Sonra, o seyyah-ı âlem asırlarda gezerken, Müceddid-i Elf-i Sânî İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî’nin medresesine rast geldi, girdi, onu dinledi.
O imam, ders verirken diyordu:
“Bütün tarikatlerin en mühim neticesi hakaik-ı imaniyenin inkişafıdır ve bir tek mesele-i imaniyenin vuzuh ile inkişafı, bin kerâmâta ve ezvaka müreccahtır.”
Hem diyordu:
“Eski zamanda, büyük zatlar demişler ki: ‘Mütekellimînden ve ilm-i kelâm ulemasından birisi gelecek, bütün hakaik-ı imaniye ve İslâmiyeyi delâil-i akliye ile kemal-i vuzuhla ispat edecek.’ Ben istiyorum ki ben o olsam, belki (HÂŞİYE) o adamım” diye, iman ve tevhid bütün kemâlât-ı insaniyenin esası, mâyesi, nuru, hayatı olduğunu ve [“Bir saat tefekkür, bir senelik nafile ibadetten daha hayırlıdır”] düsturu, tefekkürat-ı imaniyeye ait bulunması ve Nakşî tarikatinde hafî zikrin ehemmiyeti ise, bu çok kıymettar tefekkürün bir nev’i olmasıdır diye talim ederdi.
Seyyah tamamıyla işitti, döndü, nefsine dedi ki: Madem bu kahraman imam böyle diyor. Ve madem bir zerre kuvvet-i imaniyenin ziyadeleşmesi bir batman marifet ve kemâlâttan daha kıymetlidir ve yüz ezvakın balından daha tatlıdır. Ve madem bin seneden beri iman ve Kur’ân aleyhinde teraküm eden Avrupa feylesoflarının itirazları ve şüpheleri yol bulup ehl-i imana hücum ediyor ve bir saadet-i ebediyenin ve bir hayat-ı bâkiyenin ve bir Cennet-i daimenin anahtarı, medarı, esası olan erkân-ı imaniyeyi sarsmak istiyorlar. Elbette her şeyden evvel imanımızı taklitten tahkike çevirip, kuvvetlendirmeliyiz.
Öyle ise haydi ileri! Gel, bulduğumuz birer dağ kuvvetindeki bu yirmi dokuz mertebe-i imaniyeyi namazın mübarek tesbihatının mübarek adedi olan otuz üç mertebesine iblâğ etmek fikriyle, bu ibretgâhın bir üçüncü menzilini daha görmek için “Bismillahirrahmanirrahim”in anahtarı ile zîhayat âlemindeki idare ve iaşe-i Rabbaniyenin kapısını çalmalıyız ve açmalıyız diyerek, mahşer-i acâib ve mecma-ı garâib olan bu üçüncü menzilin kapısını istirhamla çaldı, “Bismillahi’l-Fettah” [Fettah olan Allah’ın adıyla] ile açtı. Üçüncü menzil göründü. Girdi, gördü ki, dört hakikat-i muazzama ve muhîta o menzili ışıklandırıyorlar ve güneş gibi, tevhidi gösteriyorlar.
HÂŞİYE: Zaman ispat etti ki o adam, adam değil, Risale-i Nur’dur. Belki ehl-i keşif, Risale-i Nur’u ehemmiyetsiz olan tercümanı ve nâşiri suretinde keşiflerinde müşahede etmişler, “bir adam” demişler.
Şualar, 7. Şua, YAN, İstanbul-2022, s. 190
LÛGATÇE:
delâil-i akliye: aklî deliller.
erkân-ı imaniye: iman esasları.
ezvak: zevkler.
hafî: gizli.
hakaik-ı imaniye: iman hakikatleri.
inkişaf: açılma, ortaya çıkma.
Müceddid-i Elf-i Sânî: ikinci bin yılının müceddidi, yenileyicisi olan İmam-ı Rabbanî (ra).
müreccah: tercih edilen, üstün tutulan.
mütekellimîn: kelâm âlimleri, kelâmcılar.
tahkik: derinlemesine inceleyerek delilleriyle hakikatini anlayıp bilme.
teraküm etmek: birikmek, yığılmak, toplanmak.
vuzuh: vâzıh olma hali, açıklık.