Birinci defa “Yâ Bâkî ente’l-Bâkî” [Ey Bâkî olan Allah, bâkî ancak Sensin! Ey Bâkî olan Allah, bâkî ancak Sensin!] bir ameliyat-ı cerrahiye hükmünde kalbi mâsivâdan tecrid ediyor, kesiyor.
Şöyle ki: İnsan, mahiyet-i camiiyeti itibarıyla, mevcudatın hemen ekserîsiyle alâkadardır. Hem insanın mahiyet-i camiasında hadsiz bir istidad-ı muhabbet derc edilmiştir. Onun için insan da umum mevcudata karşı bir muhabbet besliyor. Koca dünyayı bir hanesi gibi seviyor. Ebedî Cennete bahçesi gibi muhabbet ediyor. Halbuki muhabbet ettiği mevcudat durmuyorlar, gidiyorlar; firaktan daima azap çekiyor. Onun o hadsiz muhabbeti, hadsiz bir manevî azaba medar oluyor.
O azabı çekmekte kabahat, kusur ona aittir. Çünkü kalbindeki hadsiz istidad-ı muhabbet, hadsiz bir cemal-i bâkîye mâlik bir Zata tevcih etmek için verilmiş.
O insan, sû-i istimal ederek, o muhabbeti fânî mevcudata sarf ettiği cihetle kusur ediyor, kusurunun cezasını firakın azabıyla çekiyor.
İşte bu kusurdan teberrî edip o fânî mahbubattan kat’-ı alâka etmek, o mahbublar onu terk etmeden evvel o onları terk etmek cihetiyle Mahbub-u Bâkî’ye hasr-ı muhabbeti ifade eden “Yâ Bâkî ente’l-Bâkî” olan birinci cümlesi, “Bâkî-i Hakikî yalnız Sensin. Masiva fânîdir. Fânî olan, elbette bâkî bir muhabbete ve ezelî ve ebedî bir aşka ve ebed için yaratılan bir kalbin alâkasına medar olamaz” manasını ifade ediyor. “Madem o hadsiz mahbubat fânîdirler, beni bırakıp gidiyorlar; onlar beni bırakmadan evvel ben onları ‘Yâ Bâkî ente’l-Bâkî’ demekle bırakıyorum. Yalnız Sen bâkîsin ve Senin ibkan ile mevcudat beka bulabildiğini bilip itikad ederim. Öyle ise, Senin muhabbetinle onlar sevilir. Yoksa alâka-i kalbe lâyık değiller” demektir.
İşte bu hâlette kalp, hadsiz mahbubatından vazgeçiyor. Hüsün ve cemalleri üstünde fânîlik damgasını görür, alâka-i kalbi keser. Eğer kesmezse, mahbubları adedince manevî cerîhalar oluyor.
İkinci cümle olan “Yâ Bâkî ente’l-Bâkî” o hadsiz cerîhalara hem merhem, hem tiryak oluyor. Yani “Yâ Bâkî! Madem Sen bâkîsin, yeter; her şeye bedelsin. Madem Sen varsın, her şey var.”
Evet, mevcudatta sebeb-i muhabbet olan hüsün ve ihsan ve kemal, umumiyetle Bâkî-i Hakikî’nin hüsün ve ihsan ve kemalâtının işârâtı ve çok perdelerden geçmiş zayıf gölgeleridir, belki cilve-i Esma-i Hüsnanın gölgelerinin gölgeleridir.
Lem’alar, s. 29
LÛGATÇE:
Bâkî-i Hakikî: Gerçek
sonsuzluğun sahibi olan Allah.
cemal-i bâkî: Devamlı ve sonsuz
güzellik.
cerîha: Yara.
cilve-i Esma-i Hüsna: Allah’ın
isimlerinin varlıklardaki cilveleri,
yansıma ve görüntüleri.
derc edilmek: Yerleştirilmek,
kaydedilmek.
hasr-ı muhabbet: Sevgiyi bir
şeyde toplama, odaklama.
hüsün: Güzellik.
ibka: Devamlı, sürekli;
süreklilik kazandırma.
istidad-ı muhabbet: Sevme
kabiliyeti, yeteneği.
kat-ı alâka: Alâkayı, ilgiyi kesmek.
Mahbub-u Bâkî: Daimî, ölümsüz
sevgili, kalıcı mahbup olan Allah.
masiva: Allah’tan başka bütün
varlıklar.