Ey nefis! Mükerreren söylediğimiz gibi, insan, şecere-i hilkatin meyvesi olduğundan, meyve gibi en uzak ve en câmi’ ve umuma bakar ve umumun cihetü’l-vahdetini içinde saklar bir kalp çekirdeğini taşıyan ve yüzü kesrete, fenâya, dünyaya bakan bir mahlûktur. Ubudiyet ise, onun yüzünü fenâdan bekaya, halktan Hakk’a, kesretten vahdete, müntehadan mebdee çeviren bir hayt-ı vuslat, yahut mebde ve münteha ortasında bir nokta-i ittisaldir.
Nasıl ki tohum olacak kıymettar bir meyve-i zîşuur, ağacın altındaki zîruhlara baksa, güzelliğine güvense, kendini onların ellerine atsa veya gaflet edip düşse, onların ellerine düşecek, parçalanacak, âdi bir tek meyve gibi zayi olacak. Eğer o meyve, nokta-i istinadını bulsa, içindeki çekirdek, bütün ağacın cihetü’l-vahdetini tutmakla beraber ağacın bekasına ve hakikatinin devamına vasıta olacağını düşünebilse, o vakit o tek meyve içinde bir tek çekirdek, bir hakikat-i külliye-i daimeye, bir ömr-ü bâkî içinde mazhar oluyor.
Öyle de, insan, eğer kesrete dalıp kâinat içinde boğulup dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânîlerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasarete düşer. Hem fena, hem fânî, hem ademe düşer; hem manen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur’ân’dan kalp kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubudiyetin mi’racıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâkî bir insan olur.
Ey nefsim!
Madem hakikat böyledir ve madem millet-i İbrahimiyedensin (as), İbrahimvârî “Lâ uhibbü’l-âfilîn” [Ben batıp gidenleri sevmem. (En’am Sûresi: 76.)] de ve Mahbub-u Bâkî’ye yüzünü çevir ve benim gibi şöyle ağla:
[Buradaki Farisî beyitler, On Yedinci Söz’ün İkinci Makamında yazılmakla burada yazılmamıştır.]
Sözler, s. 405
***
Ey nâdan nefsim, bil ki; çendan dünya ve mevcudat fânîdir, fakat her fânî şeyde, bâkîye isal eden iki yol bulabilirsin ve can ve canan olan Mahbub-u Lâyezal’in tecelli-i cemalinden iki lem’ayı, iki sırrı görebilirsin. An şart ki, suret-i fâniyeden ve kendinden geçebilirsen.
.......
Evet, nimet içinde, in’am görünür, Rahman’ın iltifatı hissedilir. Nimetten in’ama geçsen, Mün’im’i bulursun. Hem her eser-i Samedanî, bir mektup gibi, bir Sâni-i Zülcelâl’in esmasını bildirir. Nakıştan manaya geçsen, esma yoluyla müsemmayı bulursun. Madem şu masnuat-ı fâniyenin mağzını, içini bulabilirsin; onu elde et, manasız kabuğunu, kışrını, acımadan fenâ seyline atabilirsin. Sözler, s. 247
LÛGATÇE:
adem: Yokluk.
arş-ı kemâlât: Mükemmelliklerin, faziletlerin arşı, zirvesi.
cihetü’l-vahdet: Birlik ciheti, yönü.
hakikat-i külliye-i daime: Devamlılığı olup, bütün her şeyle ilgili olan gerçek.
hayt-ı vuslat: Birleştirme ipi.
kesret: Çokluk, vahdetin zıttı.
Mahbub-u Bâkî: Ölümsüz ve sonsuz sevgili olan, Allah.
mebde: Başlangıç.
münteha: Son.
nokta-i istinad: Dayanak noktası.
nokta-i ittisal: Bitişme noktası.
şecere-i hilkat: Yaratılış ağacı.
ubudiyet: Kulluk.
vahdet: Birlik.