Şu zamanda zaruret derecesine geçen ve insanları mübtelâ eden bir beliyye-i amme suretine giren çok umurlar vardır ki, sû-i ihtiyârdan, gayr-i meşru meyillerden ve haram muamelelerden tevellüd ettiklerinden, ruhsatlı ahkâmlara medar olup, haramı helâl etmeye medar olamazlar.
Hâlbuki şu zamanın ehl-i içtihadı, o zaruratı ahkâm-ı şer’iyeye medar yaptıklarından, içtihadları arziyedir, hevesîdir, felsefîdir; semavî olamaz, şer’î değil. Hâlbuki semavat ve arzın Hâlık’ının ahkâm-ı İlâhiyesinde tasarruf ve ibadının ibâdâtına müdahale, o Hâlık’ın izn-i manevîsi olmazsa, o tasarruf, o müdahale merduttur.
Meselâ, bazı gafiller, hutbe gibi bazı şeair-i İslâmiyeyi Arabîden çıkarıp her milletin lisanıyla söylemeyi iki sebep için istihsan ediyorlar.
Birincisi: “Tâ siyaset-i hâzıra avâm-ı Müslimîne de o suretle tefhim edilsin.” Hâlbuki siyaset-i hâzıra, o kadar çok yalan ve hile ve şeytanat, içine girmiş ki, vesvese-i şeyatin hükmüne geçmiştir. Hâlbuki minber, vahy-i İlâhînin tebliğ makamı olduğundan, o vesvese-i siyasiyenin hakkı yoktur ki o makam-ı âlîye çıkabilsin.
İkinci sebep: “Hutbe, bazı suver-i Kur’âniyenin nasihatleri anlaşılmak içindir.” Evet, eğer millet-i İslâm, İslâmiyet’in zaruriyatı ve müsellematı ve malûm olan ahkâmını ekseriyet itibarıyla imtisâl edip yerine getirseydi, o vakit nazariyat-ı şer’iye ve mesâil-i dakika ve nasâyih-i hafiyeyi anlamak için bildiği lisan ile hutbe okunması ve suver-i Kur’âniyenin –eğer mümkün olsaydı– tercümesi (HÂŞİYE) belki müstahsen olurdu. Fakat namaz, zekât, orucun vücubu ve katl, zina ve şarabın haramiyeti gibi malûm olan ahkâm-ı kat’iye-i İslâmiye mühmel kalıyor. Avâm-ı nâs, onların vücubunu ve haramiyetini ders almaya muhtaç değiller. Belki teşvik ve ihtar ile o ahkâm-ı kudsiyeyi hatırlatıp, İslâmiyet damarını ve iman hissini tahrik etmekle imtisâllerine teşvik ve tezkire ve ihtara muhtaçtırlar. Hâlbuki bir âmî ne kadar cahil dahi olsa, Kur’ân’dan ve hutbe-i Arabiyeden şu meal-i icmaliyeyi anlar ki: “Herkese ve bana malûm olan imanın rükünlerini ve İslâmiyet’in umdelerini hatib ve hafız ihtar ediyor ve ders veriyor, okuyor” der; kalbinde onlara karşı bir iştiyak hâsıl olur. Acaba kâinatta hangi tabirat var ki, Arş-ı A’zamdan gelen Kur’ân-ı Hakîm’in i’câzkârâne, müfehhimâne ihtarlarına, tezkirlerine, teşviklerine mukabil gelebilsin?
HÂŞİYE: İ’caza dair olan Yirmi Beşinci Söz, Kur’ân’ın hakikî tercümesi mümkün olmadığını göstermiştir. Sözler, s. 546
LÛGATÇE:
arziye: Dünyaya ait, dünyevî.
beliyye-i amme: Genel felâketler ve belâlar.
ehl-i içtihad: Müçtehidler, hüküm çıkaranlar.
makam-i âliye: Yüce makam.
mesâil-i dakika: Çok ince, dakik ve özel meseleler.
minber: Cami içinde genellikle mihrâbın sağ tarafında bulunan, Cuma namazının farzından önce hatibin üzerine çıkıp hutbe okuduğu merdivenli kürsü.
müsellemat: Herkesçe kabul ve tasdik edilen bilgiler.
müstahsen: Güzel bulup beğenme.
nasâyih-i hafiye: Gizli nasihatler, dersler.
siyaset-i hâzıra: Şimdiki siyaset, güncel siyaset.
suver-i Kur’âniye: Kur’ân’ın sûreleri.
tebliğ: Bildirme, nakletme, ulaştırma.
umur: İşler, meseleler.
vahy-i İlâhî: İlâhî vahiy.
vesvese-i siyasiye: Siyasî kargaşa ve şüpheler.
zarurat: Zorunluluklar, mecburiyetler.