Âkif'i seviyorsak; hürriyeti de seveceğiz.
Bu işin aması, fakatı olmaz.
Bizde hamaset; Âkif’te hakikat çığlıkları…
Şairin mısralarını konuşmalarımızın süsü niyetine alırsak garbın medeniyeti garpta kalır.
Kaldı mı; kaldı.
Hakikat peşinde olsaydık şimdiki bu hayalî gündemlerle oyalanmazdık. Hamaset bir müddet sonra yorar ve menzilin kokusunu bile alamadan ömür biter.
Ne diyor şairimiz: “Hür yaşadım, hür yaşarım.”
Ne yazık ki o hürriyet olmayınca nefesini yurt dışında alıyor. Gurbet, hasret, hastalık, fukaralık, özlem, acı, vefasızlık… Nihayet zar zor bir mezar…
“Hangi çılgın…”lar zincir vuramıyor lâkin başka çılgınlar karşısında duruyor.
Ve bu çılgınlık başka kılıklarda hakikat arayıcılarının karşısına dikiliyor.
O hürriyet var mı yok mu; bunun kararını herkes kendi verecek. (Bir de hürriyetin ne olduğunu biliyor muyuz?)
Japonya hürriyetin meyvesi... Almanya dersen öyle... Güney Kore'ye bak; bir de Kuzey Kore'ye... Güney Kore de o sihirli kelimenin kıymetini bildi. Eğitim seviyeleri tavan yapınca; mallarını almak için dünya sıraya girdi, giriyor.
İstiklal Marşı, hayatımıza karışsın mı; karışmasın mı? Karışsın diyorsak; ülkenin her karışında hürriyet çiçekleri açacak yani bahar gelecek; istibdat, gevezelik, inat, düşmanlık, cehalet yüz bulmadığı yerden pılısını pırtısını toplayacak.
Hürriyetle yaşamanın keyfini kimlere sorsak acaba? Sabah akşam hürriyetle sarmaş dolaş yaşamanın saadeti ne ola ki?
Nasıl bir şey bu hürriyet ki… iki savaşta yerle bir olan Japonya’nın geldiği yer meraka değmez mi (meselâ?) Azıcık Risale kokusu bile onlara yetmiş demek… Kaç kitap oraya gönderildi bilmiyorum da… biz yüzden fazla senedir okuyoruz; onda biri değiliz adamların. (Bunun üstünde duracak zemin ve zamanımız da “şimdilik” yok gözüküyor.)
Rüzgârlar, akarsular, kuşlar... hürriyeti fısıldıyor; onu da duymuyoruz.
Bu vaziyet, bu resmiyet, bu hamaset devam edecek mi; yok dönecek miyiz kararını kim verecek?!
Önce aydınlar değil mi?
Aydın düşünür, düşündürür, tartışır. Niye yeni, değişik, öteki, farklı, aykırı sözlere, renklere, bestelere bu tahammülsüzlük? Oğuz Atay da yadırgandı, Mehmed Âkif de... O zaman çıkarsınlar kanunlardan düşünceyi söyleme hürriyetini. Birinci kötülük istibdat... Daha kötüsü de ilmî istibdat... Kitap böyle söylüyor. Fikret de, Namık Kemal de yüz sene ötesinden istibdattan yaka silkiyor. Kelimeden, kelimesizler korkar. Korkunun hürriyete "faydası" yok!
Bak! Hürriyetin başına bir iş gelirse; hepimizin hayatı tehlikeye girer. Hürriyetsizlik; insanlıksızlığın ta kendisidir. Hürriyet o kadar tatlı, berrak, şeffaf, lâtif, nâzik, nazif bir şeydir ki... bana, baharın bütün renkleri, sesleri, zamanları gibi gelir. İnsanın hürriyeti sevmesi; kendisini sevmesidir.
Âkif, bir ömür hürriyet aradı ve bulamadan gitti. Biz de hürriyet ışığını arıyoruz hâlâ bu cehalet zindanında.
Âkif'le tanışmış olmadığımız açık. Değilse bu satırlarla huzurunuza çıkmazdım her/halde!