İşte bu hâlette vaziyetime baktım ki, medar-ı ezvak olan gençlik gidiyor; menşe-i ahzan olan ihtiyarlık, yerine geliyor. Ve gayet parlak ve nuranî hayat gidiyor; zâhirî karanlıklı, dehşetli ölüm, yerine gelmeye hazırlanıyor. Ve o çok sevimli ve daimî zannedilen ve gafillerin maşukası olan dünya, pek sür’atle zevale kavuşuyor gördüm. Kendi kendimi aldatmak ve yine başımı gaflete sokmak için, İstanbul’da haddimden çok fazla gördüğüm makam-ı içtimaînin ezvakına baktım, hiçbir faydası olmadı. Bütün onların teveccühü, iltifatı, tesellileri, yakınımda olan kabir kapısına kadar gelebilir, orada söner. Ve şöhretperestlerin bir gaye-i hayali olan şan ve şerefin süslü perdesi altında sakil bir riya, soğuk bir hodfüruşluk, muvakkat bir sersemlik suretinde gördüğümden, anladım ki, beni şimdiye kadar aldatan bu işler, hiçbir teselli veremez ve onlarda hiçbir nur yok.
Yine tam uyanmak için, Kur’ân’ın semavî dersini işitmek üzere, yine Bayezid Camiindeki hafızları dinlemeye başladım. O vakit, o semavî dersten “İman edenleri ve güzel işler yapanları müjdele... (ilâ âhir) (Bakara Suresi: 25)” nev’inden kudsî fermanlarla müjdeler işittim. Kur’ân’dan aldığım feyiz ile hariçten teselli aramak değil, belki dehşet ve vahşet ve me’yusiyet aldığım noktalar içinde teselliyi, ricayı, nuru aradım. Cenab-ı Hakka yüz bin şükür olsun ki, ayn-ı dert içinde dermanı buldum, ayn-ı zulmet içinde nuru buldum, ayn-ı dehşet içinde teselliyi buldum.
En evvel, herkesi korkutan, en korkunç tevehhüm edilen ölümün yüzüne baktım. Nur-u Kur’ân ile gördüm ki, ölümün peçesi gerçi karanlık, siyah, çirkin ise de, fakat mü’min için asıl siması nuranîdir, güzeldir gördüm. Ve çok risalelerde bu hakikati kat’î bir surette ispat etmişiz. Sekizinci Söz ve Yirminci Mektub gibi çok risalelerde izah ettiğimiz gibi, ölüm, idam değil, firak değil, belki hayat-ı ebediyenin mukaddimesidir, mebdeidir ve vazife-i hayat külfetinden bir paydostur, bir terhistir, bir tebdil-i mekândır, berzah âlemine göçmüş kafile-i ahbaba kavuşmaktır. Ve hakeza, bunlar gibi hakikatlerle ölümün hakikî güzel simasını gördüm. Korkarak değil, belki bir cihetle müştakane mevtin yüzüne baktım. Ehl-i tarikatçe rabıta-i mevtin bir sırrını anladım.
Gençlik Rehberi, s. 76; Lem’alar, 26. Lem’a, 8. Rica
LÛGATÇE:
firak: ayrılık.
hodfüruşluk: kendini beğendirmeye çalışma, övünme.
maşuka: aşık olunan, sevilen.
mebde: başlangıç.
medar-ı ezvak: zevklerin vesilesi, vasıtası.
menşe-i ahzan: hüzünlerin kaynağı.
mevt: ölüm.
me’yusiyet: ümitsizlik.
rabıta-i mevt: ölümü düşünme, ölümünü göz önüne getirme.
rica: ümit.
zeval: yok olma, sona erme.