Biz Nurcular’ın ve bilhassa Risale-i Nur’a talebe olmak isteyenlerin en mühim gaye ve vazifesi, Üstadımızın; “Bence bu zamanda en büyük bir ihsan, bir vazife, imanını kurtarmaktır, başkaların imanına kuvvet verecek bir surette çalışmaktır” ifadesinde görüldüğü gibi iman hizmetidir. Ve bu hizmeti yaparken de bir yol, bir tarz takip edilecektir.
İşte bu yolu sağlam bir şekilde açan, ehl-i imanın imanını kuvvetlendirmek, ittihadını temin etmek ve muhtaçlara iman hizmeti ulaştırmak için çalışan Üstadımız, bize mühim esaslar vazetmiştir. Öncelikle cemaat şeklinde hücum eden zındık komitesine karşı, kuvvetli ve mütesanit bir kuvvete dikkat çekmiş ve teminine çalışmıştır. Ehl-i imanın birlik ve beraberliğinin çok önemli olduğunu belirterek yollarını göstermiştir. İhlâs ve uhuvvet düsturlarını beyan ederek ittihadın temelini atmıştır.
Öyle ki; “Hem itiraf ediyorum ki samimî ihlâsınızla, şan ve şeref perdesi altında nefsimi okşayan riyadan beni bir derece kurtardınız. İnşâallah tam ihlâsa muvaffak olursunuz, beni de tam ihlâsa sokarsınız” diyerek meselenin çok önemli olduğunu ihsas etmiştir. İhlâsı kıranı da şiddetli bir şekilde ikaz ederek şu hatırlatmayı yapmıştır: “Bilirsiniz ki Hazret-i Ali (ra) o mu’cizevari kerametiyle ve Hazret-i Gavs-ı A’zam (ks) o hârika keramet-i gaybiyesiyle, sizlere bu sırr-ı ihlâsa binaen iltifat ediyorlar ve himayetkârane teselli verip hizmetinizi manen alkışlıyorlar. Evet, hiç şüphe etmeyiniz ki bu teveccühleri, ihlâsa binaen gelir. Eğer bilerek bu ihlâsı kırsanız onların tokadını yersiniz.”
Ama zamanla hizmet genişleyip, gönüllerde yer tuttukça irşada hevesli bazıları, Nurcular’ı da irşad etme meyli göstermiştir. O zaman da Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri; “Takva dairesindeki talebeler irşada muhtaç olmadıkları gibi, hariçte kesretli namazsızlar var. Onları bırakıp bunlarla meşgul olmak irşat değildir. Eğer bu şakirtleri severse, evvelâ daire içine girsin, o şakirtlere peder değil, belki kardeş olsun; fazileti ziyade ise, ağabeyleri olsun” diyerek onları yönlendirmiştir.
Bundan anlıyoruz ki; ağabey mürşit değil, yol gösteren değil, danışma mercii değil. Sadece Risale-i Nur hizmetini, Külliyatta yazıldığı gibi yapmaya çalışan ve yapılmasına gayret eden faziletli bir kimsedir ve biz böyle Nur Talebelerine ağabey deriz.
Ama gel gör ki, zamanla ehli fitne bir yolunu bulup bu meseleyi örselemek istemiştir. Ağabeyliği bir makam gibi öne çıkarıp bazılarını etkilemek ve hatta tuzağa çekmek planı uygulamışlardır. Ehl-i tahkik olmayan bazı kardeşlerimizin de ağabey sevgisini su-i istimal etmeye çalışmışlardır.
Nurcularda ağabey olmak, Nurculuğu bihakkın yaşamaya çalışmak demektir. Yoksa Ağabeylik diye bir makam yoktur. Şimdiye kadar ağabeylerimiz olmuştur ve bundan sonra da olacaktır. Ama ağabeylik taslayanlar bundan hep mahrum kalacaklardır.
Şahs-ı maneviye zarar vermek için şahısları öne çıkarmak, ehl-i dünyanın ve fesadın planı ve işidir. Kim bilerek şahısları nazara verirse onlara yardım ediyordur.
Bilmeyerek de olsa fark etmez. Üstadımızın dediği gibi; “Çok iyiler var ki, iyilik zannıyla fenalık yapıyorlar.” Hem de ağabeylerimizin etrafında, ağabeyliği ‘su-i istimal’ edenler mesul olacaklardır. Artık kraldan fazla kralcılık kabul görmeyecektir.
Allah’ım bizi her türlü fitne fesatlardan ve hain tuzaklara düşmekten muhafaza eyle. Âmin.