Biz mü’minler günaha, harama ve menhiyata sevk eden unsurlardan bir diğeri de hissiyattır. Bir önceki yazımızda nefsi tanıdığımız ve mahiyetini öğrendiğimiz gibi şimdi de hissiyâtımızı tanıyalım. His lûgatte “Duymak, farkına varmak. Bir kimsenin hâline acımak.” gibi mânâlara gelmektedir. İnsanda nefis galip olabildiği gibi hissiyât da galip olabilmektedir. Peki, hissiyâtın galip olması sonucunda ne oluyor da günaha giriyoruz? Evet, insanda his, heves ve hissiyât galip olduğu zaman akıl devreden çıkar ve aklın muhâkemesini dinlemez. Meselâ nasıl ki açlık hissinde akıl, muhâkemesini kaybedip devreden çıkıyor bunun neticesinde sinirleniyoruz, saldırgan oluyoruz ve bunun neticesinde etrafımızdakileri kıracak hareketler yapabiliyor ve sözler sarf edebiliyoruz. Aynen açlık hissi gibi, bizi günaha ve harama sevk eden hissiyâtın akla hâkim olması sonucu ehemmiyetsiz hazır bir lezzeti, ileride gayet büyük bir mükâfata ve lezzete tercih ediyor. Hissiyât, nasıl ki hazır lezzeti tercih ediyor, aynen nefis gibi hazır ve ufak bir sıkıntıdan daha çok elem duyuyor. İlerideki büyük ve dehşetli bir azaptan değil az bir hazır sıkıntıdan daha çok korkuyor. Çünkü his ve heves ileriyi görmüyorlar, görmek istemiyorlar hatta inkâr ediyorlar. Nefis dahi bu esnada hissiyâta yardım etse ‘mahall-i îmân olan kalp ve akıl susarlar mağlûp olurlar’. İşte bu sebeple de günahlara giriftar oluyoruz.