Gecenin geç saatlerinde telefonum çalıyor. ‘Hayırdır inşallah! Bu saatte kim olabilir?’ Normal şartlarda ‘ölüm, kalım’ dışında bu saatte kimse rahatsız edilmez diye düşünüyor insan.
Telefon uzak bir odada. Önce biraz bekledim, önemli bir şey değilse zaten kapatır diye. Bir, iki, üç, dört… çalıyor da çalıyor. Hemen fırlayıp yataktan, ‘Var, var bir şey, var ki bu kadar ısrarla çalıyor’ diyerek koştum.
Telefonu açmadan önce şöyle bir baktım ‘kim bu’ diye. Allah, Allah bizim gençlerden biri bu. ‘Hayırdır inşallah!’ dedim ve ‘Bismillah’ diyerek açtım telefonu.
‘Alo’ demeden, ‘… kardeşim’ dedim. Karşıdan ses yok. ‘Alo’, ‘alo’…
İyice şaşırdım bu sefer. Meraklandım! Biraz daha dikkat kesilince bastırılmış hıçkırık sesleri geldiğini fark ettim. Neyse ki zor da olsa, ‘Abi’ deyiverdi. ‘Kardeşim’ ve ‘abi’; iki sıcak, hayat dolu ‘kelime’ idi iletişim dilimiz.
Gecenin bu saatinde ancak bu iki kelimede anlaşabilirdi insan.
‘Abi, babam beni eve almıyor. Şu an dışarıdayım, hava da çok soğuk. Ne yapayım? Ben şimdi eve girmezsem bir daha hiç giremem. Bana yardım et!’
‘Sen hiç merak etme, hallederiz kardeşim!’
Birden ‘Aman Allah’ım!’ diye bağırmışım! Genç kritik bir aşamada. Hemen bir çare bulmalıyız. Babayı arıyorum. Aramızdaki hukuk çerçevesinde en etkili kelimeleri seçiyorum.
‘… Hiçbir cümle kurmadan, hiçbir tavır sergilemeden sadece… kapıyı açmanızı istiyorum, lütfen!, Detayını sonra konuşuz…’
Yaklaşık saat yarım saat sonra yeniden çaldı telefon. ‘Abi, teşekkür ederim. Çok kötü bir karar aşamasındaydım, beni kurtardın.’
Anladım ki, gençlerin ulaşabileceği, istişare edebileceği bir büyük telefonu her zaman bulunmalı. O büyük de gence ‘beni her şart ve zeminde arayabilirsin’ güveni vermelidir. Bu hayati derecede önemli bir noktadır.