“İnsan, evvelâ nefsini sever, sonra akaribini, sonra milletini, sonra zihayat mahlûkları, sonra kâinatı, dünyayı sever; bu dairelerin her birisine karşı alâkadardır. Onların lezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteellim olabilir.”
Said Nursî Hazretleri’nin, yukarıdaki realiteye getirdiği yorum; sanat ve nimetler, Sanatkârı ve nimetleri Veren hesabına olur, şeklindedir.
Bir şey kemal, cemal ve ihsanı için sevilir, nefsin mahiyeti kusur, naks, fakr, acz ile yoğrulmuştur, o zaman nefis nasıl sevilecek?
Cevaben, Bediüzzaman, ‘Ey nefis! Nefsine muhabbet değil, belki adavet etmelisin, veyahut acımalısın, veyahut mutmainne olduktan sonra şefkat etmelisin.’ diyor ve ekliyor; “Sen, O’nun zatına karşı verilmiş muhabbeti suistimal edip, kendi zatına sarf ediyorsun. Öyle ise, nefsindeki ene’yi yırt, hüve’yi göster. Ve kâinata dağınık bütün muhabbetlerin, O’nun esma ve sıfatına karşı verilmiş bir muhabbettir; sen suistimal etmişsin. Cezasını da çekiyorsun. Çünkü, yerinde sarf olunmayan bir muhabbet-i gayrimeşrûanın cezası, merhametsiz bir musîbettir.”
“Nefsine muhabbet ise, ona acımak, terbiye etmek, zararlı hevesattan menetmektir. O vakit, nefis sana binmez, seni hevasına esir etmez; belki sen nefsine binersin, onu hevaya değil, hüdaya sevk edersin. Dünyada meşrû bir surette nefsine muhabbet, yani, mehasinine bina edilen muhabbet değil, belki noksaniyetlerini görüp tekmil etmeye bina edilen şefkat ile onu terbiye etmek ve onu hayra sevk etmek neticesi, o nefse lâyık mahbupları Cennette veriyor. Nefis madem dünyada heva ve hevesini Cenab-ı Hak yolunda hüsnü istimal etmiş, cihazatını, duygularını hüsnüsuretle istihdam etmiş; Kerim-i Mutlak, ona dünyadaki meşrû ve ubudiyetkârane muhabbetin neticesi olarak, Cennette, Cennetin yetmiş ayrı ayrı enva-ı ziynet ve letaifinin numuneleri olan yetmiş muhtelif hulleyi giydirip, nefisteki bütün hasseleri memnun edecek, okşayacak yetmiş enva-ı hüsün ile vücudunu süslendirip, her biri ruhlu küçük birer Cennet hükmünde olan hurileri o dar-ı bekada vereceği, pek çok âyat ile tasrih ve ispat edilmiştir.”
O zaman ebedî nimetleri, lezzetleri bırakıp, faniye kanmak akıl kârı değil.