Nimetlendirilmek insanı mutlu eder. Hak ettiği için değil; hak etsin, şükretsin diye verilir nimetler insana.
Bir gün, alakasız bir sebep çıkar, alt üst eder her şeyi. “Ne oldu, neden oldu bütün bunlar?” dersin, ama mantıklı bir sebep yoktur. Çatlayacak, patlayacak bir çöküntü hali… Hiçbir şeyin tat vermediği bir zaman dilimi… Nefesin boğazına düğümlendiği hal. Dönüp bakasın gelmez hiçbir şeye, tadasın gelmez hiçbir şeyi. Çekilmek, inmek istersin sahneden.
Bir anda neden oldu bütün bunlar? Neden bozuldu düzen? Neden yediğimden, içtiğimden lezzet alamıyorum? Sorular, sorular…
Sevgiliden ‘sevgi’ çekilince, bir odun kütüğüne dönermiş sevgili. Elektrikler kesilmiş gibi, nasıl da kaçıyor insandan sevgi, nasıl da kararıyor ruhlar. Gökyüzü daracık bir tavan olmuş insanı boğarcasına. Yer; dikenler üstünde bir meydan, üzerinde yürünen. Nefes nefes, adım adım acı… Akıl tazip aleti, kalp zakkum duygu hali, nefis acıların çocuğu… Nefes nefes acı mı yudumlar insan? Adım adım ateşe mi gider varlık? Bu hale insan neden düşer? Neden var gözyaşı, acı?
“Hayat, zıddıyla bilinir.” derler. Yok, ‘var’ı anlatır aslında, gece, gündüzü. Nimetler bilinsin; Veren, Seven görünsün diye, bir muallim gibi gelir sıkıntı. Yudum yudum nefes almaya, adım adım yürümeye, nota nota işitmeye, yemeye, içmeye, hasılı; -küfür ve dalalet dışında- her şeye teşekkür edilsin diye var zıtlıklar. O güzelim nefesler, o tatlı bakışlar, haz veren nimetler, duyguların lezzet aldığı, huzur taşıdığı zamanlar daha bir hissedilsin diye var acılar…
Huzur’a dua etmeli insan, şükretmeli nimetlere. Huzur verilince, Huzur’a varılır. Huzur veren Sevilir, O’na teşekkür edilir. Huzurluysanız dua edin, şükredin; bu bir sevgi ödülüdür. Kadrini bilmediğiniz, şükretmediğiniz nimet, size lezzet sırrını vermez. Nimetin lezzeti, nimet (Veren) fark edilincedir.