İki buçuk milyon “mühürsüz geçersiz oy”un kanuna aykırı olarak “geçerli” sayıldığı 16 Nisan 2017 muallel referandumuyla Türkiye “hibrit/melez demokrasi”den “otoriter rejim”lere düşerken, ifade ve basın özgürlüğünde de dibe vurmuş.
Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün 2025 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksinde “çok ciddi hak ihlâlleri”yle 180 ülke arasında 159. sıraya düşüşle alarm veriyor.
Bu düşüşte iktidarın yanlışlarını ikaz eden basın ve yayın kuruluşlarına hakkettikleri kamu ilânlarının verilmemesiyle kalınmayıp ağır para cezalarının kesilmesiyle kıskaca alınması ve ekonomik baskılar bağımsız medyanın bağımsızlığını tehdit ediliyor.
Ve cezaevlerinin ağzına kadar dolup taşıdığı, mahkûmların yer yokluğundan nöbetleşe yattığı cezaevleri, katillerin, cânilerin provokatörlerin serbest bırakılmasıyla boşaltılırken; yerlerine sırf görüşlerini açıkladıklarından ya da siyasî iktidarın haksızlıklarını eleştiren bir tweetten dolayı siyasetçilerin, gazetecilerin, sivil toplum temsilcilerinin, akademisyenlerin apar topar tutuklanıp hapse atılmaları Türkiye’nin demokrasi ve hukuk karnesini okutturuyor.
“DEMOKRASİYE EN BÜYÜK DARBELERDEN BİRİ…”
Gerçek şu ki uluslararası zeminlerde, özellikle AB çevrelerinin, Türkiye’de siyasî aktörlerin derdest edilmesinin, muhalefetin cumhurbaşkanı adayını tasfiye hesâbıyla hukuka müdahalenin, medyaya antidemokratik ağır baskıların, belediye başkanlarının yargısız infazla görevden alınıp tutuklanarak yerlerine “kayyım” atanmasının “demokrasi ve hukukun üstünlüğüyle medya özgürlüğünü katlettiği” uyarıları vahameti ele veriyor.
Avrupa Parlamentosu üyelerinin, “ceberut istibdat rejimi” cenderesindeki “otoriter Saray iktidarı”nın “yargı” üzerinden dayattığı “19 Mart hukuka darbesi”yle partili Cumhurbaşkanı’nın “sandıkta yenemediği rakibinin devre dışı bırakılması operasyonuna karşı “demokrasi, ifâde ve basın hürriyeti için direnen demokratik muhalefeti destekledikleri” mesajları gerçeği ortaya koyuyor.
Aslında gençlerin gözaltına alınmasına karşı İstanbul Başsavcısına “Seni yöneten aklı söküp atacağız ki birileri sabahın köründe evlatlarının kapısına dayanmasın” diyen İBB Başkanı’nı daha kürsüden inmeden “tehdit ettiği” iddiasıyla soruşturma açılırken, suç makinesi haline gelmiş saldırganların, katillerin, cânilerin serbest bırakılıp âdeta “korunması” çarpıklığı ifşa ediyor.
En son Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor’un “İstanbul Başsavcısı’nın son dönemde demokratik muhalefete, barolara, sivil topluma açılan davalardaki özel rolünün sorgulanması” gerektiğini bildirip “bunun kesinlikle Türkiye’deki demokrasiye vurulan en büyük darbelerden biri olduğu” nitelemesi, Türkiye’nin demokrasi ve hukuktaki geleceğinin tehdit edildiği vahametini özetliyor. (gazeteler, 313.25)
Vakıa şu ki “yumruklama”nın âni bir öfkeyle olduğu” ifadesinin aksine saldırganın saatler öncesinde olay yerine gelip salona girişte yakasına Sırrı Süreyya Önder’in fotoğrafını takması, güvenlik önlemlerini aşıp toplantı bitiminde Ö. Özel’i tâkiple yakınında dolaşıp salonun tamamının boşalmasını bekleyerek saldırması, saldırının plânlandığını gösteriyor.
TOPLUMUN SİNİR UÇLARIYLA OYNANIYOR
Yine 2004’te19-17 yaşlarındaki kızı ile oğlunu katleden, küçük kızını yaralayan ve müebbet hapisten 2020’de “şartlı tahliye”yle serbest bırakılan, ayrıca hırsızlık, tehdit, tâciz gibi suçlarla sâbıkalı olup defalarca gözaltına alınan bir katil olan saldırganın dosyasının “organize suçla mücadele” ya da “terör birimleri”nde olmayıp “asâyiş”te olması kayırması dikkat çekici.
Bu haliyle şehitler üzerinden siyasetle kışkırtıcılığın alevlendirildiği suiistimalde Çubuk’ta şehid cenâzesine katılan “millet ittifakı” Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu’na bindirilmiş kıtalarla yapılan ve başta “inek hırsızı” olduğu ortaya çıkan “yandaş medya”nın ve “maaşlı troller”in övgüler dizdiği “baş linççi” olmak üzere tek bir saldırganın hapis yatmadığı, cezaların ertelendiği organize linç provokasyona benziyor.
Neticede, “telef edilmek”le muhalefetin hedef alındığı vartada her defasında ceza almaktan kurtulmalarının saldırganları cür’etlendirdiği görülüyor. Belli ki iktidardakilerin körüklediği “siyasette nefret ve şiddet dili”nin kutuplaştırmasıyla birileri “durumdan vazife çıkarıyor.”
En üst düzeyde “telef” ve tahrik siyaseti vartasında toplumun sinir uçlarıyla oynanıyor, hassasiyetler tahrik ediliyor. Toplumu kamplaştırılıp kutuplaştırılmasından siyasi rant devşiriliyor. Siyasî manipülasyonlar hesâbına milletin hakkına ve hukukuna kastediliyor…
Yazık…