Kutuplaşmanın, ötekileştirmenin, farklılıkları düşmanlık olarak görmenin, farklı fikirlere tahammülsüzlüğün “kimlik” olarak addedildiği bir ortamda, her kesimin saygı duyabileceği bir isim olabilmek oldukça zordur, hele hele siyasetin içindeyseniz.
Geçtiğimiz günlerde vefat eden DEM Partili Sırrı Süreyya Önder, bunu başarabilen ender isimlerden biridir sanırım. O, barışa olan inancıyla, demokratik duruşuyla, bu toprakların imbiğinden süzülerek oluşmuş hayat tecrübesini aktarma biçimiyle ve her kesime açılabilen sıcacık kalbiyle herkesin saygı duyduğu bir isimdi. Gençlerin de Sırrı Abisiydi. Gençlerle birlikte olmayı sever, “her mahalle”den gençlere kapısını açardı. O günkü adıyla Genç Yaklaşım olan dergimiz için röportaj talep eden bizim gençleri de kırmamış, esprili kişiliği ve babacan tavırlarıyla bizimkilerin de gönlünü kazanıvermişti. Bugün de DEM Parti’de siyaset yapmasına, sosyalist fikirlere sahip olduğunu açıkça belirtmesine rağmen muhafazakar kesimlerin de sevdiği bir isimdi.
Bir televizyon programında “Kürt müsünüz?” sorusuna, “Kürt meselesi halledilene kadar Kürt’üm” cevabını verdi. Türkiye’de “Kürt Sorunu” olarak adlandırılan kadim meselenin çözümü için takip edilen “Terörsüz Türkiye” adlı projedeki heyetin bugünlerdeki en önemli isimlerinden biriydi. Bana göre, Sırrı Süreyya Önder Kürt Meselesi’nin askerî ve siyasî tedbirlerle çözülemeyeceğini de en iyi bilenlerden biriydi. Çünkü büyüdüğü coğrafya, teneffüs ettiği hava, fikir dünyasını oluşturan kaynaklar, meselenin nasıl çözülebileceğine ilişkin temel fikirleri de kendisine öğretmiş olmalıydı.
Çeşitli dönemlerde verdiği röportajlarda bunun ipuçlarını görmek mümkündür. Meselâ Risale-i Nurlara dosttu. Risale-i Nur derslerine katıldığını, Risale-i Nur Külliyatının kitaplığının en üst köşesinde yer aldığını belirten Sırrı Süreyya, “Risale-i Nurları ve Bediüzzaman’ı hayatımın çok önemli bir yerine koydum” demekte, Bediüzzaman’ı sadece Kürt kimliğiyle okuyanların hataya düşebileceğini söylemekteydi. Bediüzzaman’ın kesinlikle Kürt milliyetçiliği yapmadığını, Nurların en önemli yanının imanın ihyası olduğunu vurgulayan Sırrı Süreyya’nın Risale-i Nur’un temel felsefesini de kavradığını pekalâ söyleyebiliriz.
Risale-i Nurları bilen biri, elbette Kürt meselesinin milliyetçi yaklaşımlarla ve ayrıştırıcı politikalarla çözülemeyeceğinin de farkındadır. “Kürt Sorunu” meselesinde Bediüzzaman Said Nursî’yi bir aydın ve öncü bir isim olarak gören Sırrı Süreyya’nın Bediüzzaman tecrübesine ve fikriyatına dikkat çekmesi son derece önemlidir.
Hakikat de budur. Bugün “Kürt Sorunu” olarak tartışılan mesele, kimilerine göre bir geri kalmışlık ve insan hakları sorunu iken kimilerine göre de Ortadoğu krizinin bir parçasıdır. Kimilerine göre mesele sadece terör meselesidir. Bölgesel geri kalmışlık, gelir adaletsizliği, toprak ağalığı, temel hak ve hürriyetlerdeki eksiklikler, demokratikleşmeme gibi meselelerle de gündeme gelen problemin nasıl çözülebileceği hâlâ ilk sıradaki gündem maddelerimizdendir. Oysa, Sırrı Süreyya’nın da adres olarak gösterdiği Bediüzzaman’ın konuyla ilgili yaklaşımları ve çözüme yönelik sunduğu argümanlar, tüm coğrafyaya ve insanlığa barış ve huzuru getirebilecek niteliktedir.
Bediüzzaman’ın bölgenin problemlerine dikkat çekmek ve kalıcı çözümler üretmek üzere İstanbul’a gelerek devlet erkanına sunduğu projelerin üzerinden geçen zaman bir asırdan fazla oldu. Henüz kalıcı çözümlere ulaşılamaması meselenin derinliğiyle birlikte Bediüzzaman tecrübesinden yararlanamadığımızı da gösteriyor. Bu durum aynı zamanda, Bediüzzaman gibi bir değerin farkında olan Sırrı Süreyya gibi isimlerin de ne yazık ki kendi gruplarında ve etkili oldukları yerlerde bunu öne çıkaramadıklarının da göstergesidir.
O hâlde, kendini doğduğu coğrafyanın barış ve kardeşliğine adamış bir adamın ideali hatırasına biz tekrar hatırlatalım: Sırrı Abi’nin öncü isim dediği Bediüzzaman’ın “İslâmiyet milliyeti”ni vurgulayarak etnik tartışmaların önünü tıkaması, dinin birleştirici rolünü vurgulayarak farklı eğilimlerin ve yapıların bir arada kardeşçe yaşayabileceğine işaret etmesi, cehaleti en büyük düşman ilân ederek eğitimle ilgili projeler sunması ve meselenin özüne eğilmesi; bundan başka dinî, tarihî, sosyo-kültürel ve sosyo-psikolojik gerçekliklere dayanan bir dizi çözümler üretmesi, bugün geride kalanların –çözümü salt Öcalan’ın çağrısında arayanların- dikkate alması gereken hususlardır.