Bir yazı kaleme alıyorsunuz, o yazıda bir şeyler söylüyorsunuz bir taraftan tebrikler, diğer taraftan da tenkitler gelmeye başlıyor.
Siz de tefrik arıyorsunuz.
Aynı yazının içindeki bir paragrafı değerlendirmeye alanlar, meseleye oradan bakarak tebrikler sıralıyor; aynı yazının bir diğer paragrafını nazar-ı dikkate alanlar ise tenkitleri sıralıyor.
Yani insan neyi tenkit, neyi tebrik ile neyi tefrik ettiğini bilmelidir.
Ama burada dikkat çeken tenkit ederken acaba ölçümüz, mikyasımız, mi’yarımız, mihengimiz nedir? İnsaf bu tenkidin neresindedir?
Tenkidi işlettiren, benliğimiz, his ve hevesimiz midir, yoksa, hak ve hakikatin hatırı ve insaf düsturları mıdır? İşte imtihan bu satır aralarında gizlidir.
Masum bir yazıyı tarafgirane yorumlamak, kelimeleri anlam bakımından yormak, alâkası bulunmayan noktalara çekmek okuyucunun hakkı mıdır? Yoksa yazanın olduğu gibi okuyanın da mı bir namusu vardır; kelimelerin olduğu gibi kelimeleri yorumlayanın da mı bir hak ve hududu vardır? Bir bakıyorsunuz, bir cümleden hareketle hararetli tebrikler geliyor. Hem öyle tebrikler ki, yazının içinde o cümleyi törpüleyen, yontan, farklı bir şekle sokan yani eğiten diğer cümleler görülmeyecek düzeyde nazar-ı dikkat o arzu ettiği ve düşüncesine, fikrine destek veren yani kendisini destekleyen cümleler üzerinde yoğunlaşmış. Neredeyse onun dışında bir şey görmüyor.
Oysa bir yazıyı ele alırken, tenkit edilecek hususları, tebrik edilecek hususları ve bu ikisinin güzelce elenerek tefrik edilecek hususları ayırabilmek ne kadar önemli bir husustur.
Bir cümleden bakıp, diğer cümlelerin hukukunu çiğnemek ne kadar acıdır.
Meselâ sohbet ettiğin adamın bir cümlesini alıyorsun, yüzlerce cümle içinde o cümle ile o kişiyi mahkûm ediyorsun. Burada çok ciddî bir hak ihlâli yok mu? Okuduğumuz yazı da böyle bir hakka sahip değil mi?
Yoksa tıpkı yüz hasenesi, iyiliği olan bir insanın; bir yanlışı, bir hatası dolayısıyla doksan dokuz masum sıfatlarını yok saymak zulüm olduğu gibi, bir yazının sadece bir cümlesinden bakarak o yazının bütününü çizmek, sana öyle gelen, öyle anlamak istediğin cümlenin anlamını dikkate alarak, diğer cümlelerdeki anlamları yok saymak, onların mesajlarını almamak tam bir zulüm olmaz mı?
Gerçi bazen bir fenalık da, yüzlerce iyiliği veya bir iyilik, yüzlerce fenalığı setredecek kadar bir nitelik taşıyor olabilir. O zaman konu yine dönüp dolaşıyor, yazarken de okurken de ince eleyip sık dokumak gerektiği anlaşılıyor.
Sana öyle gelen bir manayı, yazı da öyleymiş gibi yaymak, taşımak; ama o yazıyı hakperest birisi okuduğunda, ‘Yahu senin söylediklerinle bu yazıda kastedilenin ne alâkası var?’ diyorsa, işte burada bu yazının hukuku çiğnenmiş oluyor ve yazının gıybeti yapılmış oluyor.
Bir şey olduğu için söylemiyorum. Ama masum bir yazıyı okuyucunun ne hale sokabileceğine veya masumiyeti bulunmayan bir yazıyı da yine okuyucu yorumlama biçimiyle ne kadar masum bir şekle sokabileceğine dikkatleri çekiyorum.
Diyeceğim o ki, yazıyı yazan kadar, o yazıyı okunanın da bir namusu, bir hak ve hukuku ve yazının bütünü içinde bir yorumlama hududu var olabileceğini gözardı etmemek gerektiğini düşünüyorum. Bu bilmeden, idrak etmeden belki olabilir, ama bu yorumlama biçimi maksatlı yapılıyorsa, işte burada hak ve hukuk vardır diye düşünüyorum.
Yazmanın kadar, okumanın da bir edebi vardır elbet.
Tebrik ederken, tenkit ederken aslında unuttuğumuz tefrik etmektir. Tenkidin, tebriğin sınırlarını tefrik belirliyor. Her iki durumda da insafı elden bırakmamak gerek. Yazı, gıyabında konuştuğumuz yazardır. Dikkatli olmalı.