Bediüzzaman’ın ifadesiyle sırat-ı müstakim: Şecaat, iffet ve hikmetin mezcinden ve hülâsasından hasıl olan adl ve adâlete işarettir. (İşarat’ul İ’caz s. 39) Kuvaların dokuz mertebesinin altısı zulüm üçü; adl, adalet ve sırat-ı müstakimdir. (A.g.e, s. 40)
Diğer bir ifâde ile: İfrat ve tefritten azade, cadde-i kübra-i Kur’âniyedir.
Risâle-i Nur’un risaleleri bütün muvazeneleriyle Kur’ân-ı Kerîm ve kâinat arenasında, akıl ve kalp arasında kuva-i akliye, gazabiye ve şeheviye arasında, şimdiye kadar izah ve isbat edilemediği halde, itiraza mahal kalmayacak şekilde o doğru yolu göstermiş ve isbat etmiştir.
Evet, böylece sırat-ı müstakim hakkında olan 8. âyet-i celilenin esrarına vakıf olmaya çalışıyoruz.
Mealleri yine öncelikle zikredelim:
1- “Bizi sırat-ı müstakime (dosdoğru yola) ilet” emin (Fatiha: 6)
2- “De ki: Elbette Rabbim beni dosdoğru bir yola eriştirdi.” (Enam: 161) Adeta burada “sırat-ı müstakime eriştirdi” deniliyor. Demek biz böylece bu emre de uymuş oluyoruz. İnsan yolunun doğru olduğundan emin olmazsa o yolda zaten gidemez.
3- “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (Hud, 112) vs. Yani bu gibi anlamlar da Kur’ân-ı Kerîm’de 33 âyet-i kerime var ve anlaşılan o ki, bu kadar tahşidat sırat-ı müstakimde olmanın önemine dikkat çekmek içindir.
Malûm bu dosdoğru ol emri Fahr-i Kâinat Efendimizi (asm) ihtiyarlatan bir emirdir ve Efendimiz (asm) “Hud Sûresi beni ihtiyarlattı” buyuruyor. Sahabe “neden ya Rasulallah” deyince, cevaben “Orada -emrolunduğun gibi dosdoğru ol- buyruluyor, ben de emrolunduğum gibi miyim, yoksa kendime göre miyim diye merakımdan ihtiyarladım” buyuruyor. Yani Efendimiz (asm) nefs-ül emirdeki doğruluğu merak ediyor. ‘Acaba ben ona tam uygun muyum, değil miyim?’ diye. Biz ise ne vahye ne sünûhat’a mazhar olmadığımız halde istikametimizi merak etmiyorsak burada bir arıza ve problem var demektir.
İşte merak edenlere, Bediüzzaman’dan bir Kur’ân-ı Kerîm müjdesi: Sırat-ı müstakim kelimesinde, sırat-ı müstakimin şifresi de, kodlanmıştır, aynen “Sözler”de olduğu gibi, sırat-ı müstakimin dahi rakam değeri Risale-i Nur’un rakam değeri olan 998’i vermektedir ve sırat-ı müstakimi merak edenlerin Risale-i Nur’a sarılması bir çaredir. Bizden hatırlatması.
Bu ne büyük bir müjdedir! Efendimizi (asm) ihtiyarlatan bir meseleyi biz, tabiri caizse kucağımızda bulmuşuz. Bunun pahasına neler verilmez ki? Sonsuz hamdler ve şükürler olsun.
Demek ki Risale-i Nur Talebesi olmakla, Fatiha-i Şerif’in duâ formatında ihtar ettiği, istisnaları hariç farziyet olarak önemine binaen her rekâtta olmak üzere günde toplam 40 defa bizzat tekrar edilen “sırat-ı müstakim” emrine imtisal etmiş bulunuyoruz. Bu aynı zamanda duâmızın kabulü anlamına da, gelebilir kanaatindeyim.
Hatta bize; iması, tetabuku, rastlantısı bile yeter, demek en azından bir münasebetimiz var diye sevinir, uçarız. Hele bir de irade-i Rabbaniyeye mazhar olursa, o nurun âlâ nur olur. Yani böylece Kur’ân-ı Kerîm, yine Sözler’i himayesine almış bulunuyor demektir.
Ayrıca bu tabir Kur’ân-ı Kerîm’de, 33 defa geçmekte, namazın sonunda tesbih 33, tahmid 33 ve tekbir de 33’er defa olup, Üstad Bediüzzaman’ın, 33 Sözler, 33 Lem’alar ve 33 Mektubat gibi eserlerle de, mutabakat hasıl olmaktadır. Bir de üçünün toplamı 99 ederek Esma-i Hüsna’ya da riayet edilmiş oluyor ki, bu eserlerde geçen mevzuların herbiri bir Esmâ-i Hüsna’nın nurundan feyz alıyor demektir.
Bu ne demek biliyor musunuz? Bu aynı zamanda felâket ve helâket asrının dalâlet vadilerinde hayrete düşenlere rehberlik yaparak yol gösterip ebedî felâketlerden aklı başındakileri kurtarmak demektir.
En kötü şey sapıtmaksa, onun da çaresi sırat-ı müstakimse, o da tesbitli ise neden haberdar edilmeyip, üstelik insanlar engelleniyor? O halde en şerefli mücadele, bu nuru insanlığa ulaştırmak olmalı değil mi? Bu nasıl bir imtihan, bu nasıl bir âlem?
Demek imtihan çok çetin ve neticesi gerçekten metin.