Bu tabir veya terimlerden önce her birinin ıstılahî anlamlarını verip, sonra bazı mukayeseler yapmak istiyorum.
Bunlara; biri İlâhî diğeri beşerî olması itibarıyla “kıyas-ı maal farık” da denebilir. Fakat biz Müslüman olarak bir şeye İslâm’a uygunluğu nispetinde değer verdiğimizden, demokrasiyi bu zaviyeden değerlendiriyoruz. Onun için demokrasiye, İslâm’a en uygun veya en yakın sistem diyebiliriz. Bu kabilden olsa gerek, bir İngiliz düşünür de “Demokrasinin bir adım ötesi İslâm’dır” demiştir. O hâlde bu uygunluklardan bazılarını tanımlarla tespite çalışalım.
Şeriat: Bediüzzaman’dan mealen; arza zalimlerin zulmüne son vermek için nüzul eden İlâhî kanunlar manzumesidir; zalimin zulmünden mazlumu korumaktır.
Demokrasi: Hukukun üstünlüğünü esas alan kanunlar zümresi ve haklıya hakkını vermektir. Netice olarak biri İlâhî, diğeri beşerî olmakla birlikte böyle bir kesişim noktası söz konusudur. Ancak biri hakikî, öbürü izafî; biri güneş gibi fıtrî, diğeri yeryüzündeki kandiller gibi sunîdir.
Bununla beraber, insanlığın kurtuluşu ve saadet-i dareyne mazhariyeti için bu yakınlığın değerlendirilmesi gerekir. İnsanları korkutarak itmek değil, sevdirerek çekmek için bu hakikatin vurgulanması lazımdır. Çünkü her iki sistem de adaleti esas almaktadır. İslâm’da adalet o derece önemlidir ki, her cuma hutbesinde “Muhakkak Cenâb-ı Hak adalet ve ihsanı emreder” (Nahl Suresi: 90) buyruğu tekrarlanmaktadır. Ayrıca Efendimiz (asm) “Adalet mülkün temelidir” (et-Tâc) buyurmuş, bu söz Hz. Ömer’e de nispet edilmiştir. Hz. Ömer de İslâm’dan aldığı o terbiye ile dünyaya hüsn-ü misal olmuştur.
Adalet: Her şeyin yerli yerinde olmasıdır ve bu Kur’ânî bir mu’cizedir. “Taşı tam gediğine koymak” tabiri bu manayı güzelce ifade eder. Bediüzzaman Hazretleri de adaleti Kur’ân’ın dört ana esasından biri olarak zikrederek “Tevhid, Nübüvvet, Haşir ve Adalet” der (10. Söz).
Adalet küllî bir kavram olup varlığın ve hayatın kalbidir. Dürüstlük, tarafsızlık, hak sahibine hakkını vermek gibi manaları ifade eder. Şeriat da zaten hukuk, adalet ve düzenin tesisi için vardır. Bir hadiste insanların tarağın dişleri gibi eşit olduğu ifade edilir. Adalet eşitliği de kapsar; ancak her eşitlik adalet değildir, fakat her adalet eşitliği de ihtiva eder.
Adalet, Allah’ın sınırlarıdır ve bunu koruma vazifesi insana verilmiştir. Burada geçen “mülk” kelimesi de her tür idarî sistemin ayakta durmasının tek şartının adalet, yani hak ve hukukun muhafazasıyla mümkün olabileceğini beliğ bir şekilde ifade eder.
Bediüzzaman “Asya’nın bahtını, İslâmiyet’in talihini açacak, yalnız meşrutiyet ve hürriyettir. Fakat şeriat-ı garrânın terbiyesinde kalmak şartıyla” (Muhakemat, s. 53.) der ve “hükümet adalet namazında kıbleye irşad olsun” ifadesini kullanır.
Demek demokrasi, “adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvet”ten ibaret ve “hakimiyet-i millet” olarak tarif edilen meşrutiyetin, yani gerçek manadaki demokratik cumhuriyetin İslâmiyet’le esasta çelişen bir tarafının olmadığını izah ve ilan eder. Hatta istibdadın başları olan mütegallip zorbaları kastederek “İsterim ki, Meşrutiyet ve hürriyet-i şer’iyyenin sünnetini onlara ezber ettireyim” der (ESDE, s. 204).
Bediüzzaman, “Nam-ı mukaddesi şeriatı meşrutiyet kuvvetiyle i’lâ ve meşrutiyeti şeriat kuvvetiyle ibkâ...” diyerek İslâmiyet’in meşrutiyet kuvvetiyle yüceleceğini, Asr-ı Saadet’teki cumhuriyetle izah etmiştir. Ve “Asıl şeriat’ın meslek-i hakikîsi meşrutiyet-i meşruadır. Demek meşrutiyeti delâil-i şer’iye ile kabul ettim...” (Age, s. 121.) der.
Şeriat, adalet-i hakikiyedir ve bütün adaletleri de içine alır. Vesselam...