“Tedbir” kelimesi, sözlükte: 1. Bir şeyi temin veya def edecek yol, 2.Cenabı Hakk’ın “Hakîm” ismine uygun harekete riayet, 3. Bir şeyde muvaffakiyet için lâzım olan hazırlık veya gayret gibi manalara gelir.
Risale-i Nur’daki manası ise “Hakîm” ismine uygun hareket etmektir ve o hareketin kriteri ise; hizmetimizin esası, temeli olan ihlâslı harekettir. Yoksa körü körüne korku ile hareket demek değildir. Bunun için Üstad:
“Birbirinden ve Risale-i Nur’dan ve benden çekinmek ve inkâr etmek ve bizi ezmek isteyen gizli kuvvete dalkavukluk etmek gibi tedbirleri yapanların zarardan başka hiçbir menfaatleri yoktur. Sizi temin ederim; eğer bilseydim ki benden teberrî etmekle kurtulacaksınız, beni tahkir ve ihanet ve gıybet etmeye izin verip helâl ederdim. Fakat, bizi ezmek isteyen gizli kuvvet sizi biliyor, aldanmıyor; za’fınızdan, teberrînizden cesaret alır, daha ziyade ezer.” (Tarihçe-i Hayat s. 659)
Hatta Üstad: “Havf ve zaaf, te’sirat-ı hariciyeyi tevkif değil teşci eder.” (Sünuhat s.54) ve yine aynı eserde: “İhfâ ve havf [gizlemek ve korkaklık] riyadandır.” diyor.
Siyasi bir gaye gütmek, iktidar, makam ve mevki beklentileri, hatta rızık endişesi için “tedbir” kelimesinin arkasına saklanılması en hafif tabirle bu kavramın istismarı olarak görülmelidir.
Zira şair de, “Bizim Hüda’ya nidamız rızık için değildir hâşâ,/ Hüda rezzak-ı âlemdir rızıksız insan yaratmaz ya!” demekle bu gerçeğe parmak basmıştır. Demek tedbirin korkaklık anlamında anlaşılması asla kabul edilemez.
Hatta ona işareten de: “Beyhude imiş ‘tedbir’ eylemek,/ Kimsenin haddi değil takdiri tebdil eylemek” denilmiş. Bu vecizelerden anlaşılması gereken ise; bize düşeni yapıp gerisi için Allah’a tevekkül etmektir.
Çünkü her şeye rağmen hükümran olan Allah’dır (cc) ve meşiet-i İlâhiye esastır. Kulun ne neticenin iyi olacağını garanti görüp şımarmaya ne de ye’se düşüp isyana hakkı vardır. Bu hususu te’yiden ise bize, “Dua edin icabet edeyim.” (Mü’min Suresi, 60) ve “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm, 39) gibi teminatlar da veriliyor. Yani en güzeli; tedbiri de, fiilî dua olarak anlamaktır.
Aynı zamanda tedbir; hayatımızın, en hayatî gerçeklerinden biridir. Müdebbir-i hakikî ise Cenab-ı Allah’tır. Yani bu kadar hayatî önemine rağmen çoğu insan bu meselede, ya ihmalkâr davranmaktadır ya “hüsn-ü zan adem-i itimat” düsturuna riayet edememektedir. Fakat hayat kanunları, elektriğin çarpması gibi acımasızdır. Kontrol kalemini elden düşürmemek gerekir.
Yoksa “Ba’de harabi’l-Basra” durumuna düşenlerin feryatları da boşunadır.
Bir eğitimcinin de; en fazla üzerinde durması gereken konulardan biri, yine “tedbir”dir. Onun için bir eğitimcinin olmazsa olmazları şöyle sıralanır:
1- Şefkatle eğitmek
2- “Hikmetle idare etmek” demek olan, nedenleriyle meseleyi analiz etmek
3- Değişik ihtimaller göz önünde bulundurularak “tedbir” almayı da, öğretmektir.
Bu temel kaideler ilâhiyatçıların ve bilhassa idarecilerin, yaygın tabiriyle “olmazsa olmaz”larındandır.
Ayrıca eğitimci için; fikirlerinde isabet, mevzularında münasebet ve davranışlarında samimiyet de şarttır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm) bile “Ben muallim olarak gönderildim” buyurmaktadır.
Demek insanların ebedi hayatlarını kurtarmak, görevlerin en mukaddesidir; korku kaldırmaz. Ve bütün peygamberler “tedbir” diye hiçbir zalimden korkmayıp tebliğlerini mertçe yapmışlardır. Onların bu asırdaki en güzel varisleri de, hiç şüphesiz Üstad Bediüzzaman Hazretleridir.