"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

In which context?/Hangi bağlamda?

Süeda Çakır
15 Haziran 2020, Pazartesi
“İnsanların, duygularını, düşüncelerini bildirmek için sözcükler ya da işaretler aracılığıyla yaptıkları anlaşma, öteki kişilerle iletişimi sağlayan ortam” diye tanımlanıyor en genel tabiri ile dil denen mefhum.

Dili öğrenmek ve öğretmek amacıyla aldığımız ilk derslerden birisiydi “grammar in context”, yani “bağlamsal dilbilgisi”. Nedir bu bağlamsal dilbilgisi? Eğitim sistemimizde, dilin nasıl öğretildiğini az çok bilirsiniz, tahtaya kocaman bir “SIMPLE PRESENT TENSE” yazmak ile başlanır, bir gramer konusu, belli kalıplara bağlanarak anlatılır, şu zamirden sonra şu gelir, şu fiilden önce bu gelir gibi keskin sınırları vardır. Sınırlar çok nettir ve bunlara uyulduğu takdirde “doğru” bir şekilde dil öğrenilebilir ve “doğru” bir biçimde konuşulabilir… Üniversite birinci sınıfta aldığımız bu ders ise, bizim için dil ile alâkalı zihinlerimize oturmuş bütün tabuları değiştiren bir ders olmuştu. Bu dersin genel amacı, dilin tamamen kurallarla açıklanamayacağı, onun canlı bir varlık olduğu, zamana ve mekâna göre değişebileceği, en net bildiğimiz ku- ralların bile “bağlama” göre ihlâl edilmesinde bir sakınca olmadığı, hatta bazen ihlâl edilmesinin daha iyi olduğuydu. Doğru dil kullanımını belirleyen şey, kural değil, bağlamdı. Bir edebî eserde she’den sonra don’t da gelirdi, you’dan sonra was da. Resmî yazımlarda yeri olmayan kullanımlar, kimi toplumlarda bir çeşitlilik, günlük hayatta bir kolaylık ve edebî eserlerde birer renkti. O nedenle, kuralların, bağlam kavramı dışında bir geçerliliği yoktu. Dil kuralını doğru veya yanlış, kullanılabilir veya anlaşılan kılan, onun oluşturulduğu bağlamın ta kendisiydi. 

Bu ders, dönem boyunca epey eğlenceli geçti, hocamız her sorumuza ve yorumumuza, “In which context?!”, yani “Hangi bağlamda?” sorusu ile cevap veriyordu. Gramerin, sınırları çizilmesi makul olmayan bir kavram olduğunu anlamıştık. Bu “Hangi bağlamda?” sorusu, hayatımıza yeni bir bakış açısı getirdi, “Hangi bağlamda?” sorusunu artık yalnızca gramer konuları için sormuyorduk. Bir ders materyali faydalı mı, sorusunun ardından da bu soru geliyordu. Öyle ya, mükemmel bir çocuk şarkısı, ilkokul bağlamında mükemmeldi, onu alıp üniversite öğrencilerine dil öğretirken kullanmam tam bir fiyaskoya sebebiyet verirdi. Üstelik gülünç duruma düşerdim. Aynı şekilde felsefî bir metni, ilkokul çocuklarına ders materyali olarak götürmem mümkün değildi, felsefî metin “o bağlamda” değersiz olacaktı. Öyle ise, şeylerin değeri, bağlamına göre değişiyordu. Şeylerin sıfatı bağlamına göreydi. 

Daha sonra bakış açımızı biraz daha genişletmeye başladı bu “Hangi bağlamda?” sorusu. Bu soru öyle bir soruydu ki, sosyal hayatın her alanına, her kelimeye, her söyleme uygulanabiliyordu. Edebiyat, felsefe, din, hepsi bu soru ile alâkadardı. İyi, güzel, çirkin, sağlıklı, faydalı, zararlı kelimeleri artık bağlama vurularak anlaşılabilir olmuştu. 

Sonra bir başka derste başka bir kavram daha öğrendik: Konotasyon, yani kelimelerin insanlarda uyandırdığı olumsuz veya olumlu etkiler; mesela “şişko” kelimesi olumsuz konotasyon uyandırır, ancak “kilolu” demek o kadar da rahatsız edici değildir. Ancak konotasyon dahi bağlam ile alâkalıydı, ölüm/öldürmek daima olumsuz değildi, kimse bir zalimin ölümünden dolayı olumsuz hisse kapılmıyordu, cezanın konotasyonu da genel olarak olumsuzdu, ancak suçlunun ceza çekmesi, bir anda ceza kelimesini sevimli kılıyordu…

Dilin, bizleri, hayatımızı, kimliklerimizi, ideolojilerimizi, hatta din algımızı oluşturan, değiştiren, etkileyen bir unsur olduğunu düşünürüz. Fikirler ve algılar, kimi zaman tarafımızca, kimi zaman da dış dünyadaki söylemlerle şekil alır. Maruz kaldığımız fikir, yavaş yavaş tanıdık gelmeye başlar ve tanıdık gelen de yavaş yavaş daha “kabullenilebilir” olur. Bu nedenle, orada öyle yazsa ne olur, şu kişi şöyle demişse ne olur diyemeyeceğimiz kadar kritik bir mefhumdur dil. 

Dinî algılarımız da, anlaşılan o ki, kısmen dil ile inşa olur. Fakat benim bu yazıyı bağlamak istediğim kısım, din algımızdan öte, bir noktada dine olan “tepkilerimizin” dil ile nasıl inşa edildiği. Başında bahsettiğim gibi, “bağlam”ın yani zamanın, mekânın, coğrafyanın, kültürün ne olduğunu ve ne denli önemli olduğunu bilemeyen, “bağlamsız” bir düşünce tarzı geliştirmenin, dini algılamamızdaki en temel sorunlardan biri olduğunu varsayıyorum. 

Nedir peki, bağlamsal düşünce ile dine bakmak, yani aslında, İslam’a bakmak? Her Müslümanın tecrübe ettiği gibi, zihnimizin her dinî kuralı anlaması ve kabullenmesi, birden olamayabiliyor. Gayrimüslimlere değil, bizlere bile zor gelen, açıklanması nispeten güç olan meseleler var; Dört eşlilik, İslâmda kadının yeri, miras, buluğa erme yaşı, “dövmek” vb. Bunların, bazı kitlelerce aslen çok iyi anlaşıldığı halde saptırıldığı düşüncesine katılsam da, hakikaten eksik bir bakış açısıyla bakıldığından dolayı da anlaşı- lamadığına da kanaat getiriyorum son zamanlarda... 

Bağlamsal düşünce gözlüğünü taktığımızda, tek başına çok eşlilik kavramı ne kötü olabilir, ne de iyi zannımca, tek başına erken evlilik, ne iyi adlandırılabilir, ne de kötü.. Bu böyle dindeki her izin için söylenebilir; Dikkat edelim, emirler için değil, izinler için söylenebilir.  Meselâ, çok eşliliği; gerekli, iyi, faydalı ve muzır olmayan yapan, çok eşliliğin yapıldığı bağlamdır elbette. 

21. Yüzyılın İstanbul’undan, yok hatta 21. Yüzyılın Nişantaşı’ndan bakmak, kafamızı kaldırıp, farklı kültürlerin, farklı coğrafyaların, farklı tarihsel durumların varlığını ve “normlarını” kabul etmemek, bizi dine düşman eden, dine tepkisel yaklaştıran temel noktalardan biridir bana göre. 

Savaş sonrası erkek sayısının 3-4 katı kadar olan kadınların bulunduğu bir zaman için, ka- dınların şimdiki gibi kilitli kapıların olmadığı ve kendilerini, insanoğlunun yozlaşmasının da bittabi görüldüğü bir yerde korumalarının zorlaştığı, -farz-ı misal- kadının bir yuvaya ve hukuksal haklara sahip olabilmesi adına çok eşlilik -kötü- değildir. 

Ayrıca kadın kendini savunamıyor mu sorusu, devrimizin sorusudur, başka bağlamlarda sa- vunamadığı, korunamadığı olmuştur. Yaratıcı böyle koşulların varlığında, çok eşliliği yasaklamış olsaydı, tek eşlilik muzır olurdu. Evliliğin çocuk sahibi olmakta bir araç olması, hatta belki evliliğin amacının neslin devamı olması, çocuk sahibi olamayan bir insanın, yüzyıllar önce, ikinci bir eş alması, o zamana göre “normaldi”. 

Çocuk sahibi olmak için evlenilir mi, çocuk olmasa ne olur sorusu, yine  bu yüzyılın sorusuydu ve başka bir bağlamda geçersizdi. Çünkü bazı dönemlerde, çocuk demek, insan gücü demekti. Tarım yapacak, evi geçindirecek, çalışacak insan lâzımdı. Kaldı ki her toplumun, kendisine normal ve iyi gelen bir “norm”u vardı, sen kendi normlarınla, yani kendi normalinle, başka bir normali okuyamazdın. Hâlâ bugün bile, bizim anlamakta güçlük çektiğimiz uygulamaların, bir illete gerek duymaksızın rıza ile yapıldığı, bizim anormalimizin başkasının normali olduğu da bir gerçekti.  Çünkü bu din, Orta Asya’ya da, Araplara da, Afrika’ya da, Orta Çağa da, modern çağa da, kutuplara da inmişti. Sınırlar, bağlamların çeşitliliğinden dolayı geniş tutulmak gerekliliğindeydi. Sen kendi bağlamının gözlüklerini çıkarmadan, bir hükmün iyiliğini/doğruluğunu anlayamıyordun. 

FAKAT, aynı durum, yani aynı “bağlamsızlık” ne hikmetse modern çağ Müslümanlarına da sirayet etmişti. Önünü arkasını, faydasını zararını düşünmeden “Allah bana bu hakkı verdi, ben de yaparım!”lar aldı her yeri. Sanki verilen hak, bir emirdi… Emirleri yerine getirmekten aciz kulluğumuz, “Allah rızası için” sözü ile verilen izinleri rahatça kullanma yoluna gitmeye başladı. “Yemek yapmama hakkım var” deyip, işten yorgun gelen eşine bir tas çorba koymama fikirleri, bağlamımızda olmayan süt anne kavramını öne sürüp, “Hakkım değil mi, emzirmiyorum çocuğu” iddiaları, kadının çalıştığından kocasının payının olmamasına dayandırılan, eşe maddî yardım etmeme fikirleri, zar zor geçinen kocasına, “Yardımcı tutmak benim hakkım” deyip mecbur bırakmak ve aynı şekilde, bu benim hakkım diyerek eşini ve evlatlarını hiç düşünmeden, onları zor duruma düşüren ikinci eş alma durumları, “Allah bana bu hakkı verdi” deyip, eşini dostlarıyla muhabbet edeceği en masum ortamlara bile göndermemekler başladı.. Öyle ya, bunların hepsi izindi ve bağlamı ne olursa olsun kullanılabilirdi! (?)

Düşündüm, eğer babam bana eve 9’a kadar gel dese, böyle genel bir şart koysa, ben her gün eve 9’da gelsem, bana gafil denmez miydi? 9, çemberin en uç kısmıydı, çemberin ortasında da durabilirdim, uca yakın yerlerde de… O gün annem hasta ise, eve daha erken gelmeliydim, o gün akrabalarım bizdeyse bu “iznimi” kullanmamalıydım ki, iznimi zarara çevirmeyeyim. “Annen hastaydı, neden eve gelmedin?” sorusuna “Çünkü babam bana 9’a kadar izin verdi” gibi abes bir cevap ile bağlamımı düşünmeden, verilen izni, zarara çevirmiş olurdum.

Demek ki, İslâm çok eşliliğe (veya kafalara sık takılan herhangi bir duruma) “izin” vermiş, bu zararlıdır demek ile; İslâm çok eşliliğe izin vermiş, önümü arkamı, sağımı solumu, bağlamımı düşünmeden ben bunu yaparım demek, aynı bağlamsız düşünmeden geçer. Resulullah’ın (asm) saçlarını ağarttığını ifade ettiği “dosdoğru olmak” emri hakkında bile, Bediüzzaman “Söylediğin her söz doğru olmalı, ancak her doğru her yerde söylenmez.” diye ne kadar yerinde bir düsturu belirler… Elma yemek helâldir, elmaya alerjin var ise, yani elma senin vücuduna zararlı ise, bu senin “tıbbî haramındır.” Bu ne Allah’ın verdiği nimete karşı çıkmak, ne de onu tahkir etmektir, bağlamına göre hareket etmektir. 

Velhasıl, Allah dinini yaşamak ve anlamak isteyen her Müslümana kendisine verilen ruhsatları zarara çevirmemeyi ve bağlamlı akletmeyi nasip etsin vesselâm!

Okunma Sayısı: 2447
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Zeliha

    15.6.2020 18:31:23

    Tebrikler çok istifadeli bir yazı olmuş. Başarılarının devamını dilerim.

  • Ali

    15.6.2020 15:41:14

    Tebrikler teşekkürler

  • M.K

    15.6.2020 00:29:17

    Tebrik ederim kardeşim Çok istifade ettim Bu tür yorumlara ihtiyaç var Devamı gelirse faydalı olur

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı