Maksadımız tarif ve tanımlarla Türkiye’mizin düçar olduğu şu projenin mahiyetini tarihe aktarmak…
Geçici bir dünyada fani insanları merkeze alarak yapılan değerlendirmenin, bir mevsim boyu bile yaşamayacağına inanıyoruz. Medenî dünyanın siyasî partiler için ortaya koyduğu normlara göre AKP siyasî bir parti şartlarına haiz değil. 12 Eylül’ün muhafızı ANAP gibi bu parti de ancak bir proje olarak tarihteki yerini alacak gibi... Belki de global bir projenin bir parçası idi. Bunu en güzel ispat edecek zamanı bekliyoruz.. En genci bir asrı deviren Avrupa partilerinin yanında, 10 15 sene zarfında dağılıp giden hareketlere parti demenin yanlış olduğunu siyaset bilimcileri de söylüyorlar.
AKP’nin tamamen kimliksiz olduğuna inanmıyoruz. Gizlenmiş veya üzeri modernitenin bazı unsurlarıyla örtülmüş kimliğini, zamanın rüzgârları mutlaka açığa çıkaracaktır. Parti teorisyenlerinin fikrî temellerden, gelenek ve tarihî realitelerden kaçarak yapmaya çalıştıkları “kimlik tanımlarının” teşvişinden dolayı bazı araştırmacılar kimliksiz zannediyorlar.
Risale-i Nur Talebeleri, Bediüzzaman’ın hayatı ve eserleriyle ortaya koyduğu tarihî hakikatler ölçüsüyle AKP’nin özde “siyasal İslâm” kimliğine sahip olduğunu 2002’den bu yana yazıp çiziyorlar. Bu hareketin kurmaylarının “gömlek değişimi” söyleminini yalnızca bir takiyye olduğunu, iktidarın nimetlerine giden yoldaki engelleri def için bir taktik olarak kullanıldığını defaatle söyledik.
DEVRİMCİLER TAKİYYECİDÌR...
Müslümanlar devrim ile ihtilâl arasındaki farkı yeni yeni öğrenecekler. Devrimin, köklerini Fransız ihtilâlinde, Troçki’nin Ekim devriminde ve M. Kemal’in devrimlerinde bulduklarından henüz haberdar değiller. Batı emperyalizmi komünizmle birleşerek; katliâm, yağma, tahrip, geleneği silip atmak ve bütün otoritelere isyan etmek anlamına gelen “devrimi” Asya’ya müsbet mânâda ve hatta yükselen değer olarak pazarladı. Bütün global devrimcilerin Troçki’ye, İslâm coğrafyasındaki devrimcilerin de M. Kemal’e hayranlıkları hep bu mânâdan kaynaklanır. Başarılmış devrimler kutsanırken, yolda kalanlar da bazen lânetlenir. Devrim yolunda ölmüş militanların simgeleştirilmesi de “devrimci medyanın” bir başka eseridir: Che, Deniz Gezmiş, Nazım Hikmet ve diğer devrimciler gibi...
Rotschild’in finanse ve techiz ettiği Troçki, Rusya’ya yardıma gidiyordu. Vahdeddin’in yaveri olarak halife tarafından techiz ve tekmil ile Samsun’a gönderilen heyetin devriminden Türk milletinin uzun süre haberi olamadı. General Evren, 12 Eylül ihtilâlinden bir hafta önce seçilmiş demokratik idarecilere yalan söylediğini, Cumhurbaşkanı olduktan sonra itiraf edecekti... İktidara itildiğini itiraf eden merhum Erbakan’ın genç devrimcileri de “yenilikçi” olarak kıyama geçmişlerdi. Bu yenilikçi kadroların, Amerikan Cumhuriyetçilerinin kanatları altından uçuşa hazırlanmış Troçkist neocon’larla ittifaka girdiğini ise parça parça okuyoruz gazetelerden. İran Şiasında “takiyye” bir gelenektir, onlara göre caizdir... Her asırda zulme maruz kalmış Yahudilerde de “takiyyeyi” normal karşılayanlar vardır. Fakat Bediüzzaman Hazretlerine göre doğru İslâm anlayışında böyle birşey söz konusu olamaz.
DEVRİM DEMOKRASİYE ZITTIR...
Daha önceki yazılarımızda da arz ettiğimiz gibi, İslâm devrimcileri genellikle köklerini Haricîlikte ve Şianın imametinde ararlar. Geleneğin zincirini koparmış günümüz Müslümanları ise, farkına varmadan büyük ihtilâl ve ekran devrimcilerinin trenine atlarlar. Arap dünyasındaki devrimler bunun bir delilidir. Bediüzzaman demokrasi veya hürriyeti şarklılara anlatırken, devrimciliği “ihtilâl sıtması” veya hastalığı olarak tarif ediyor. Meşrûtiyete diktatörlük, sefahet ve anarşi kadar düşman olan ihtilâlciliğin mahiyetini detaylıca izah eden “Münâzarât”ı bu açıdan da okumak gerekiyor.
ANAP ve AKP gibi devrimler sonrası ortaya çıkan projelerde “demokrasinin “ veya “demokratların” maya olarak kullanılması da takiyyeciliğe bağlanabilir. M. Kemal’in reisliğe giden yolda bu taktiği kullandığı ayrı bir araştırma konusudur. Birinci Meclisten İkinci Meclis’e Ahrarla geçildiğini hepimiz biliyoruz. 12 Eylül ihtilâlini gerçekleştirenler de devrimlerini demokratların kadrolarıyla ta 1990’lara kadar getirebildiler. 28 Şubat’taki balans ayarından sonra İslâm devrimcisi kadrolar da maalesef Demokratları kullanageldiler: M. Dengir Fırat, Ahmet İyimaya, Köksal Toptan ve onlarca meşhur isim... Milletten, efkâr-ı ammeden ve hürriyetçilerden korkan devrimciler hep bu metodu kullandılar. Cebrail ile şeytan kadar birbirine uzak olan demokrasi ile devrimi aynı projede millete yutturma başarısı da Kemalistlere aittir. Bu devrim projelerinin vitrinlerinde Demokratlar kullanılırken, iskeletini ayakta tutan hep Kemalizm olmuştu ve kırmızı kitapçığın AKP kurmaylarınca takdisi ile Ergenekoncuların tümden kurtarılması bu iddiaya açık bir delil olsa gerek...
KÖKLERİNİ ARAYAN DEVRİMCİ KADROLAR...
Herşey aslına rücu ediyor. Devrimci karakterlerden demokrat çıkmayacağını, prensipler çerçevesinde hadiselere bakanlar söyleyegeliyorlar... Osmanlı veya Türkiye demokrasisine en az Selânikli ve sol devrimciler kadar zarar vermiş geçmişteki devrimleri biz inkar etsek de, tarih yok edemiyor. Talat’ların, Şükrü Kaya’ların ve 31 Mart organizatörlerinin işini kolaylaştıran karakterler, 12 Eylül’de Kemalist devrimcilerin ihtilâlini olgunlaştıranlarla aynı karede yer alıyorlardı. Siyasal İslâmcı belediyenin organize ettiği meşhur Konya mitingi, 12 Eylül’ün sebepleri arasında gösterilmişti: İstiklâl Marşına itiraz edenleri, “İran, Afganistan, Pakistan; sıra sende haydi Müslüman!” pankartlarını taşıyanları ve “Allahuekber, Humeynî rehber” sloganlarını bağıranları unutmayanlar, AKP’nin neden “devrim ve direnişi” kutsadığını daha iyi anlayabilir. Arap sosyalizminden doğan “devrimlerin” gençliğimizde siyasal İslâm büyüsü olarak kullanıldığını da hatırlamakta fayda görüyoruz.
AKP’nin kadroları köklerine dönüyor: Büyük Doğu’ya, İhvan’a, Necid serbazlığına... Fakat zamanı doğru okumaya çalışan ve dünya ile birlikte barış içinde “doğru İslâmı” yaşamak isteyen bizler demokrasinin yanındayız.
Ayrıca, devrim sevdalılarının bilmesi gereken hayatî bir düstur var: Devrim devrimi doğuruyor. Veya eski devrimi yeni devrim bitiriyor. Devrim sürekliliği ister. Barışçı düzen de devrimin zehridir. Türkiye siyasal İslâmının her alanda kutsadığı “devrim ve direnişi” yeni nesillere yükselen değer olarak ders verenlerin, demokrasiye en büyük zarar verdiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz.
ELHASIL
AKP’nin milletin sinesinden değil, 12 Eylül’ün devamı olan 28 Şubat’tan doğduğunu kesintisiz söylüyoruz. Müslümanların her türlü devrimcilere karşı demokratik mücadele ile durması gerektiğini Yeni Asya hayatı boyunca haykıra geldi. Devrim ve direnişin Müslümanı da komünisti kadar millete zarar verir diyoruz. Troçkist neocon devrimcilerle Freudist neoliberal devrimcilerin 11 Eylülden sonra AKP kurmaylarını keşfetmelerinin ülkeye büyük zarar verdiği kanaatindeyiz. AKP kurmaylarındaki “devrim” geleneği, onları Arap Baharında her türlü radikal örgüte maalesef yaklaştırdı. Devrimci Marksist PKK ile “süreç oynaşı” da, tarafların devrim noktasındaki ittisalini gösteriyor. Devrimcilikle demokrasi iddiası, zıtların buluşması olur ki, bu mümkün değildir. Devrim ve direnişi benimseyenlerin Gezi’ye ve Kobani kıyamına itiraz etmeleri, devrimciliklerine yakışmaz... Kaldı ki, Cumhurbaşkanının devrimci M. Kemal’e benzetilmeyi istemesi de, AKP’nin demokrasi ve Demokratlarla irtibatının olmadığını ortaya koyan bir başka örnek değil mi?