“Anneler ve medreseler” yazımızı, belki de mevsiminde yazmışız. İhtiyaç, birçok anneyi koşuşturuyor…
Yardım! Türkiye’deki bütün dinî cemaatlerimizin mahfillerinde aynı çığlık yankılanıyor. Cemaatlerin Cennet’e göçmüş büyükleri bu ihtiyacı önceden hissetmiş olacaklardı ki, baskılara ve itibarsızlaştırmalara rağmen geleneği terk etmemişlerdi. Fakat metotta, müfredatta ve zamanın ruhuna mutabakatta gereken tekâmülde bulunulmadığından; sesleri çıkmıyor ve yetersiz kalıyorlar. Mevcut halleriyle de anneler ve mürebbiler/mürebbiyeler için cazip gelmiyorlar.
Zamanın ruhuna mutabık olarak, seksen küsur senelik hayatının her devresinde çocuklara ve annelere Kur’ân adına muhatap olabilen Bediüzzaman Hazretlerinin Risalelerdeki ilgili yazıları, pratikleri ve tavsiyeleri çerçevesinde süregelen Nur medresesinin; sair kardeş cemaatlere yardımcı olabileceğine inanıyoruz. Meşrepler ve meslekler, hürriyetlerimizin nişanesidir. Usulde çerçeve ise, herkesin ortak maksadıdır. Tarikat ehlinden, tasavvufa dâhil olmayarak Kur’ân’a hizmet edenlerden, Kur’ân eğitimini cemaatinin asıl maksadı yapmışlardan ve hatta batılı çizgilere yakın cemaatlerimizden; mevzuyla ilgili soruların ve yardım taleplerinin olacağına inanıyoruz. Konuştuğumuz cemaat temsilcilerinin ve mensuplarının bize verdikleri mânâ da bu yöndedir.
“Medrese” (dersane-i Nuriye) kelimesini; geçmişin zulümlerinden, itibarsızlaştırmalarından, bid’alarından ve yanlış yakıştırmalarından kurtararak yavrularının terbiye ve kurtuluş yolunu açma iddiasındakilerin; ecdadı kadar cesur, sebatkâr, muhakemeli, sağlam kimlikli ve komplekslerden azade olmaları gerekir. Medrese düşmanlarının menfî propagandalarının tarihçesini, Tanzimat’a kadar götürebiliriz. Kemalizm’in bu mübarek yuvaları zalimce dağıtmasının üzerinden de yaklaşık yüz yıl geçiyor. Milletimize rağmen din karşıtı istibdatlarında ısrarcı Kemalizm ile materyalistlerin, şiddetle karşı çıktıkları meselenin medrese olduğunu görmek için, gazete arşivlerine göz atmak yeterlidir.
Nur Medreselerini ölçü vermemiz inşaallah garipsenmeyecektir. Said Nursi’de, –zamanımızı en iyi okuyan ve tasvir eden müfessir olarak– “medrese” kavramı mana olarak çok geniştir. Mescid kadar… Yeryüzü kadar… Oturduğu ve geçici olarak bulunduğu her mekânı medrese edinmiş birisinin medrese anlayışı, zamanımızı kucaklıyor. Hayatı medresenin etrafında geçmiş. Ömrü boyunca medrese açmış ve medresenin tekâmülüyle hayatını bitirmiş. Sürgün gittiği Barla’daki ilk evini medreseye vakfetmiş. Ve sonra Isparta… Evler kadar, kırlarda da medreseleri var. Bilhassa Van, Isparta, Kastamonu ve Emirdağ gibi yerlerde…
Çam Dağı’ndaki medresesi yerde ve semadadır. Nurların müellifi müfessir midir, yoksa astronomi âlimi mi, bilemeyiz... Burada Gelincik Dağı ayrı bir medrese, Barla’nın dereleri, cennetî bahçe ve bayırları ayrı bir medresedir. Eğirdir Denizi’nin çevresi ve etrafındaki köyler, Isparta ise, uzun hikâye… Arzettiğimiz gibi, Bediüzzaman’ın medreselerini yazmaya çalışanların, kitap hacmini düşünmeleri gerekiyor.
Dağlar ve bağlar medrese oldukları kadar; mezaristanlar, şehirler, arabalar ve trenler de medresedir, Bediüzzaman’da. Hem seyyare medreseler, hem tayyare medreseler...
Bediüzzaman’da; elinde Kur’ân’ı ile talebeliğini benimsediği medrese, hayatın ta kendisidir. Zindanları ve esaret kamplarını medreseye çevirmiş ve yüzlerce musibetzedeye icazet vermiş Bediüzzaman’dan zamanın usul ve müfredatını almak, elbette kardeş cemaatler için bir fırsattır. İşte bunun için diyoruz ki; cemaatlerimiz medrese temelinde bir araya gelip, son vazifelerini ifa etmelidirler. Zira önlerinde yeteri kadar malzeme, örnekler, pratikler ve usuller var.
Risale-i Nurların yüzs enedir tedris edildiği Risale-i Nur Medreselerinin talebeleri, etkileri ve buradan çıkan kahramanların destanları, ayrı çalışmaların konusu… Lâkin felsefî dinsizlik adına Asya Kıtasına ve Müslümanlara ilim cihetiyle tepeden bakan materyalist Avrupalıları; Kur’ân ile susturabilmiş bir başka müderris ve dünya dinsizliğinin desteklediği Kemalizm’in dehşetli müstebidâne nifakının altında tedrisatını devam ettirebilmiş ikinci bir medresenin olmadığını da biliyoruz. Bu kadar mücerreb güzel neticeler ortada iken; İslâmiyet ve Kur’ân adına Peygamberî eğitim usulünü aramakta olan cemaatlerimizin Bediüzzaman’ı örnek almaları; onları zaman, muvaffakiyet, fıtrî terbiye ve mücahede cihetleriyle büyük bedeller ödemeksizin maksatlarına ulaştıracaktır.