Avrupa’da ve Türkiye’de güzel gelişmeler oluyor. Yakın zamana kadar korumaya alınan ve bilgileri adeta sansürlenen Neoliberallerle ilgili araştırmalar, akademik çalışmalar ve bazı gazetecilerin yazıları ile; demokrasi karşıtı hareketin mahiyetini efkâr-ı ammeye anlatmak inşaallah kolaylaşacak.
Münâfıklık fikre bürünür ve perdelere sarılarak gizlenir ise, zararı dehşetli oluyormuş. İhtilâlci Marksizm’in –liberallere nispeten– kimliğini gizlemeden meydanlarda gezişine, dünya kamuoyu alışmıştı. Troçki’den tevarüsen devam ettirilen Enternasyonal kongrelerine bile şaşırmıyorduk. Demokrasinin argümanlarını kullanan, demokratların itiraz ettikleri unsurlara itiraz eden düşünce sistemlerinin (Kemalizm, tek parti/adam rejimleri ve ihtilâlci Marksizm gibi...) “Açık Toplum” maskesiyle global örgütlü sosyal Marksistlere alan açan Neoliberalizme karşı; COVID-19 belâsından sonraki hareketlilikler, demokrasi adına bizi sevindiriyor.
Avrupa’dan doğan “Yeşiller Hareketi” üzerinde ilmî araştırmaların yapıl(a)maması elbette tesadüfî değil. Neoliberallerin mahiyetini anlatan kitaplara ve makalelere gösterilen tepkiden anlıyoruz ki, gizli müstebitlerin global arenada demokrasiyi tahrip için siyasi parti olarak kurdukları YEŞİLLER hakkında gazetelerde veya üniversitelerde araştırmalara; patronlardan başlayarak derin mahfillere kadar manialar getirilmiş.
Önceki yazılarımızda Davos’un mahiyetini anlatmıştık. (Sivil Marksistlerle ihtilâlci Marksistlerin koordinasyon merkezi). Hem AB demokrasilerinin, hem de 12 Eylül’cülerce hapse mahkûm edilmiş Türkiye demokrasilerinin başına gelen felâketleri araştırdığınızda, fail olarak YEŞİLLER’e ulaşıyor ve bu hareketin demokratik bir siyasî hareketten çok, kapitali kullanarak global hegemonya peşine düşen sosyal Marksistlerin bir tahrip aleti olduğunu anlıyoruz.
Almanya ve Fransa örneklerinde, size komplo teorisi tadı veren bu bilginin, mantıkî sağlamasını görüyoruz. AB demokrasilerinin lokomotifleri hükmündeki Fransa ve Almanya’daki siyasî partilerin oy oranının, Davos’un marifetiyle yüzde ellilerden yüzde on beşlere düşmelerinin; Avrupa’daki siyaseti zayıflatarak istikrarsızlaştırmak isteyenlerin projeleri olduğunu açıkça görebiliyoruz. Trump’ın ciddiye almadığı ve Rusya karşısında izzetini muhafaza edemeyen AB’nin kuruluş felsefesi demokrasi ve barış değil miydi?
Türkiye’ye gelince… 12 Eylül partilerinin kuruluşlarına yardımcı oldukları ve hatta para transferlerini koordine ettikleri sözde Kürt hareketlerinin tamamen YEŞİLLERCE koordine edildiğini bütün kamuoyu biliyor. Marksistlerin mahiyetini bilen Türkiye Kürtlerinin, tam elli senedir: “Bizi Kemalistlerden ve Marksistlerden kurtarırsanız, geçmişten gelen problemlerimizi kendimiz çözeriz” diyorlar… Biliyoruz ki 12 Eylül partileri olan ANAP ile AKP, kayyım mantığıyla Kürtlerin başına bazı Marksistleri (bazıları Kürt olmadıkları halde) musallat ettiler. Burada toplamaya çalıştıkları yüzde on beşlik siyasî kuvvet ile 12 Eylül’ün veya Neoliberallerin iktidarlarına yardımcı oldular. Demokrasi düşmanı global Marksistlerin ortak çalışmalarının ilim adamlarımızca analiz edilememesinin sebebini hepimiz biliyoruz… Dâhildeki Marksist yapılar (STK’lar ve siyasî partiler) neoliberallerce finanse edilirken, terör örgütlerinin de Pentagona sızmış Neoconlarca teçhiz edildiklerini, Trump da söylüyor.
Bediüzzaman’ın; insaniyet, İslâmiyet ve demokrasi karşıtı olarak gördüğü bu iki global tahribatçı dinsizlik hareketinin, bazen birbirleriyle uğraştıklarını söylemesi ilginçtir. Avrupa’daki bu iki cereyanın ittifakını, yani global hegemonya uğruna tahribatlarındaki koalisyonlarını Davos koordine ederken, Türkiye’de ise Kemalistler devlet adına buradaki iki cereyanı koordine ile, demokrasiye geçişimizi engellemeye çalışıyorlar.
Meselenin düşündürücü yönü ise; Neoliberallerin bu nifakta Avrupa’da yabancı kökenli siyasetçileri, Türkiye’de ise Kürtleri kullanmalarıdır… Londra’nın, Rotterdam’ın ve Edinburgh’un başına Müslüman idareciler ile ve bir müddet önce İngiltere’de; günümüzdeki Yahudi asıllı Starmer’a hazırlık için Hintli başbakan ile ve başarırlarsa Almanya’nın mukaddes şehri Köln’de Türkiye kökenli bir Marksist kadın ile; sosyal marksistler demokrasi karşıtı devrimlerini devam ettirmek istiyorlar…
Anlaşılıyor ki, Yeşiller hareketi Avrupa’da; Marksist Kürtler ise Türkiye’de devre dışı bırakılmadan; dünyamız beklediği demokrasiye kavuşamayacaktır.