Birdenbire sihirli bir kelime gibi, bazı Nur Talebelerinin dünyasında sevimli bir yer bulan bu tabirin 10-12 sene önce kullanıldığını hatırlıyorum.
Bir taraftan Nur dairesinde yapılmak istenen yanlışlara tepkiydi, diğer taraftan da; Hz. Üstad’dan sonra devam eden Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsinin teşekkül tarihçesine bir atıftı. Her ne kadar burada bir isim zikredilmiş ise de, maksadı bütün isim ve resimleri bağrına toplayan bir çizgiyi ifade idi. Hatta dinsiz Avrupa felsefesinin tezgâhından çıkmış, sonradan bazı şeklî müdahalelerle İslamîleştirilmiş tahripkâr prensipleri farkına varmadan müdafaa edenler, “Zübeyrî Çizgi”ye büyük tepki göstermişlerdi. Geleneğe baş kaldırmış, Nurcuların arasındaki manevî bağları parçalayan, meşveret sistemimizi dünyevîleştiren ve enaniyeti kamçılarken kardeşlerin aralarındaki hürmet, tevazu ve muhabbeti ciddî bir şekilde yaralayan söz konusu felsefî prensiplere karşı, Üstadımızdan ve Risale-i Nurlardan bize tevarüs eden tarzı ifadede kullanılan “Zübeyrî Çizgi” hakkında, gazetemizde–bildiğim kadarıyla–bazı makaleler yayınlanmıştı.
NEDEN ZÜBEYRÎ ÇİZGİ…
Bugün bazılarınca, farkına varılmadan ayrışmada kullanılabilinecek bu tabirin ilk kullanılış sebebini, nur dairesindeki ferdiyetleri cemaate dönüştürmek değil miydi? Üstadımızın vefatından sonra, temayüz etmiş ağabeylere yakın bulunanların her birisi, tab’ına uygun ve sevdiği ağabeyin rengiyle renklenmesini gören Bediüzzaman’ın on senelik hizmetkârı Zübeyir Gündüzalp, Nazilli’deki dört aylık bir inzivadan sonra, Risale-i Nur Külliyatını merkeze yerleştirerek, ağabeyleri masanın etrafına toplamış. Tabiatlar, fıtratlar, “Ben”ler, şahsî kanaatler ve kültürlerin hepsi, masanın üzerinde duran Risale-i Nur’da kaybolmuşlar. En yaşlı ağabeyden, Üstadın yanındaki gençlere kadar... Şarkın celâlli fıtratlarından merdümgiriz ve çekingen tabiatlara kadar. “Ben Risale-i Nur talebesiyim” diyen herkesi meşverete davet etmiş. Hizmet Rehberi, Beyanat ve Tenvirler gibi nurlardan seçtiği derlemelerle meşveretin kriterlerini ortaya koymuş ve bütün bu kriterlerin meşveretçe kabulünü de hepimiz biliyoruz. Zira söz konusu meşveret kararlarının tümünde, Hüsrev Altınbaşak Ağabeyin dışındakilerin ya imzaları veya şahitli tasdikleri vardır.
Hz. Üstad’tan sonraki dağınıklığı, ihtilâfa sebep olacak müşevveşiyet ve mizaç farklılıklarını iman ve Kur’an havuzuna döktüren ve orada mezc ve tevhidi sağlayan–sebep olarak Zübeyir Gündüzalp göründüğü için–bazıları iyi niyetle “Zübeyrî Çizgi” ifadesini öne çıkarmış olabilirler. 1945´lerden bu yana, bir gölge gibi Üstadını takip ederken yalnızca muhteşem bir ayna olarak yalnızca yansıma ile yetinmiş. Zübeyir Ağabey’i farklı renklerde gösterenler, cehaletle hakikati gömmeye çalışıyorlar. Zübeyri doğru tanıyanlar; Ubeyd´ten, Molla Habib´ten, Abdurrahman’dan Asım’a, Hafız Ali´ye, Hasan Feyzi´ye, Tahirî Mutlu´ya, Ceylan’a ve nihayet Zübeyir’e gelen çizginin tek renk, desen ve şekilden ibaret olduğunu göreceklerdir. Burada farklı renkler arayanlar, Risale-i Nur Külliyatındaki şahs-ı manevîyi anlayamamışlar, kanaatindeyiz.
ZÜBEYRÎ ÇİZGİ’NİN ALTERNATİFİ YOKTUR…
Zübeyrî Çizgi’ye rağmen 40 küsur senedir; siyasî, içtimaî ve fıtrat farklılıkları, bazı Nur Talebelerinin, temayüz etmiş bazı ağabeylerin etrafında toplanmasını engelleyememişti. Bu hakikat nazara alındığında; Nur Talebeleri arasına sokulan sıkıntıların, onların şahs-ı manevîlerinde, dolayısıyla Türkiye’mizin ve Âlem-i İslâm’ın nazenin bedenlerinde açtıkları yaraları, tüm Nur Talebeleri bilmek zorundadırlar.
Hayatta iken kendilerinden yeterince istifade edilmesi engellenen ağabeylerin, vefatlarından sonra da yalnızca süfyaniyetin işini kolaylaştıracak tefrikada kullanılması, bilhassa elektronik veya sosyal medyada bu hususların dillendirilmesi; Risale-i Nur´a, Hz. Üstad´a ve Hur Talebelerinin şahs-ı manevîsine yapılacak en büyük kötülük sayılmaz mı?
Nur Talebeleri akıllarını başlarına almazlarsa, bundan böyle nifakçıların gizli yönlendirmeleriyle Medrese-i Nuriyelerinde bir kısmı Zübeyir Ağabey´in isim ve hizmetlerinin, diğerleri Hulusi Ağabey´in, öbürleri A. Feyzi, M. Feyzi ve Hafız Ali Ağabeylerin çoklukla isim ve hizmetlerinin zikredildiği mektup veya bahisleri okuyarak Nur’un haricî ve dahilî düşmanlarına bilmeden yardım etmiş olurlar... Bu ise, dâr-ı bekâya irtihal etmiş, mekân ve makamlarında bizleri bekleyen, başta Üstadımız olmak üzere, tüm Ağabeylerin ruhlarını azap içinde bırakır, düşüncesindeyiz.
Şu önemli noktayı belirtmek zorundayız: Zübeyir´de hem Hulusi, hem Tahirî, hem Hasan Feyzi, hem Hoca Sabri, hem Hüsrev, hem Abdurrahman ve hem de Hafız Ali vardır. Zübeyir’in kendisine mahsus özel bir rengi, tarzı ve üslûbu yoktur. Fena fi’l Üstad olmuş bir toprakta, Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini temsil eden bütün çiçekler, renkler ve kokular vardır. Hiçbir Nur cemaati Zübeyir’i tekeline alamaz veya bu istikamette bir üslûp kullanamaz diyoruz.