Bu zamanda ehl-i imanın uyması gereken, yerine getireceği haller, hareketler ve konuşmalar vardır.
Bir de yapmaması gereken, ona uymayan haller ve konuşmalar vardır. Bir Müslüman, hüküm verirken Allah’ın (cc) koyduğu hudutları, tehdit ve cezaları aşacak, onları sorgulayacak kadar insafsız, merhametsiz, acımasız ve hadsiz olamaz! Müslüman; sıradan, genelleyici, dayanağı olmayan hükümler vermez ve bu hükümlere taraftar olmaz. Ehl-i iman, aceleci davranıp hedefi belli olmayan isteklerin ve icraatların peşine düşmez. Müslüman; her hareketin, her halin, her icraatın ve faaliyetin yargılayıcısı olmaz. Belki delil ve kesin hükümlerin bulunduğu kararlara hüsn-ü zanla bakar ve kabullenir. Müslümana yakışan hareketlerin başında; kimseyi rencide etmeden, rahatsız etmeden, sorgulayıcı ve araştırıcı bir şekilde, delillere dayanarak, kavl-i leyyin ile, mülayemetle, insana yakışır bir üslupla insanım diyen insanlara muhatap olmak ve bu hâllere girebilmek gelir.
Her duyduğuna ve habere hemen inanan, araştırmayan kimse, aklî muvazenesizliğini ortaya koymuş olur. Ehl-i iman, dengeli, ölçülü ve tutarlı olmalıdır. Hemen bir yanlışta, bir hatada, bir eksiklikte veya uydurma bir bilgiyle insanları muhakemeye tabi tutarak bir kalemde silmez. Veya hiç araştırmadan nefsin, enaniyetin ve taraftarlığın tesiriyle dostlar icat edip onları “uçurmaz.”
Müslüman mert olur.
Bu zamanda ehl-i imana, Müslümana ve “hizmette ben hizmetkârım, hadimim” diyebilen arslanlara lâzım olan şey muhakkak tahkikî imandır. Bu iman gücüyle, ahirzamanın dağlar gibi üstüne gelen hücumlarına ve menfî hadisatına karşı dayanabilmek gerekir. Müslüman; sabır, tevekkül, ümit ve sadakatle Allah’tan yardım istemeli ve yanlış yapmamaya gayret etmelidir.