Metehan Bey: “Bu zamanda insanların ahirete imanında sıkıntılar var. Ehl-i iman bu sıkıntıları nasıl aşacak? Haşir Risalesi’nin bu sıkıntıların aşılmasında hissesi nedir?”
ZAMAN NE OLURSA OLSUN
Bu asır hem imanın şiddetli derecede zaafa uğradığı, hem de iman esasları muhkem bir kale gibi Risale-i Nur ile ihya edildiği için İman-ı Tahkiki asrı demeyi hak eden bir zaman dilimidir.
Tıpkı Re’fet Beyin yaklaşık 1932’li yıllarda Üstada bir mektubunda yazdığı konumda bulunuyoruz. Re’fet Bey diyordu ki: “Dinsizliğin münteşir olduğu bir zamanda bulunduğumuza evvelce teessüf ediyorduk. Şimdi hiç teellüm, teessür eseri kalmadı. Zat-ı âlileri gibi bir Üstadı bulduğumuzdan, zaman ne olursa olsun bizi me’yus etmiyor.” 1
Dolayısıyla iman-ı tahkikiyi elde etmek açısından bu asırda Risale-i Nur’a ulaşmak en büyük bir nimet olduğu gibi, Risale-i Nur’dan mahrum bulunmak her halde en bahtsız bir durum olsa gerektir.
Bize düşen hiçbir dünyevî veya siyasî güce dayanmadan, istikametimizi muhafaza ederek, iman-ı tahkikiyi neşir ve ehl-i imanı dalâletten kurtarmak hizmetine devam etmekten ve insanların ıslahı için duâ etmekten elimizi gevşetmemektir.
Üstadımız diyor ki:
“Risale-i Nur, sefine-i Nuh gibi Anadolu’yu Cebel-i Cûdî hükmüne getirip, küre-i arzın yangınından ve tokatından kurtulmasına bir sebeptir. Çünkü, zaaf-ı imandan gelen tuğyan, ekseri musîbet-i âmmeyi celb ettiği gibi, imanı fevkalâde kuvvetlendiren Risale-i Nur, o musîbet-i âmmeyi dairesinin haricine bırakmaya rahmet-i İlâhiye tarafından vesile oldu.” 2

HAŞRİN İSPATLANDIĞI RİSALE
Onuncu Söz, haşrin ispatlandığı Risaledir. Haşir; yediden yetmişe, kadın-erkek, mü’min- kâfir ayırt etmeksizin bütün insanları çok yakından ilgilendiren bir ebediyet badiresidir. En çetin hesap, en âdil muhakeme oradadır! Onu geçtik mi, inşallah tamam!
Allah’ın adaleti, hâkimiyeti, günahları bağışlayan mağfireti, merhameti orada kâmilen tecelli edecek; Peygamber Efendimizin (asm) şefaati –inşallah- orada vaki olacak; insanların ebediyet yolculuklarına nerede ve nasıl devam edecekleri orada belli olacaktır.
Bu insan ne talihsizdir ki, böyle bir çetin muhakemenin vukuuna inanıp inanmamayı sadece “tartışmakla” bir ömür tüketiyor! Oysa aslında Kur’ân’a ve Kur’ân Peygamberine (asm) inanmamanın faturasını çok ağır ödüyor! Çünkü yarın, haşir hakikatine başını vurunca her şey geçmiş oluyor.
Hâlbuki Kur’ân ne kadar açık ve doğru bir habercidir! Resûlullah (asm) ne kadar net ve dostça bir uyarıcı ve müjdecidir! Bir kulak versek…?
MAHKEME-İ KÜBRA’NIN İSPATI BU ESERDE
Bedîüzzaman Hazretleri, Haşri ispat ettiği ve Mahkeme-i Kübrâ için On İki basamaklı burhan gösterdiği Onuncu Söz’ü, yalnızca bir tek âyetin tefsîri olarak telif etmiştir. Âyet, Rûm Sûresi 50. âyetidir: “Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine. Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor? Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir!” Âyet, ehl-i aklı, ehl-i fikri, ehl-i tefekkürü, ehl-i şuuru düşünmeye ve akıl yürütmeye dâvet ediyor. Her kışta ölen yeryüzü canlılarının, her baharda nasıl diriltildiğini ısrarla nazara veren Kur’ân âyeti, bunu yapan Kudret için insanları diriltmenin hiç de zor olmayacağını, insanların dirilmeye daha lâyık bulunduklarını kaydediyor.
Onuncu Söz Kur’ân’ın bu âyetinin tefsiridir. Öldükten Sonra Dirilmek, Haşir ve Mahkeme-i Kübra konularında aklın ve kalbin kavraması gereken deliller ve hakikatler olduğunu dünyaya ilân ediyor. Onuncu Söz; On İki Suret ve On İki Hakikat ile dünyadan kabre, kabirden dirilişe, dirilişten Haşir Meydanına ve Mahkeme-i Kübrâ’ya, oradan da Cennet ve Cehenneme giden yolları akıl, mantık, idrak ve şuur sahiplerine çok net biçimde ispat ediyor.
DUÂ
Allah’ım! Mahşeri bizim için azap yeri kılma, rahmet yeri kıl! Adalet mekânı kılma, mağfiret mekânı kıl! Korku diyarı kılma, müjde diyarı kıl! Kitabını solundan alanlardan değil, sağından alanlardan eyle! Âmin!
Dipnotlar:
1- Barla Lâhikası, s. 338., 2- Kastamonu Lâhikası, s. 98.