İnsanlık tarihi boyunca, insan hep bir şeylerden korkmuş ve bazen inancını bile bu korkular üzerine kurmuştur. Geceden korkmuş, güneşten korkmuş, yıldızdan korkmuş, hastalıktan korkmuş, ruhanilerden korkmuş, üç harflilerden korkmuş, ama hiç bu zamandaki gibi beş harflilerden yani insan, insandan bu kadar korkmamış ve kendini bu kadar alçaltmamıştır.
İnsan, yeryüzünde yaratıldığından beri nereden geliyorum? Nereye gidiyorum? Neden geldim? Sorularını sürekli sormuştur. Zira insan en çok kendini merak eden bir varlıktır. “Ben”liği bunu gerekli kılar. Çünkü yaratılmış olduğu ve yaratılma hikmeti ancak benlik anahtarıyla çözülür. Zaten benlik emanetini kabul ettiği için insan olmuştur. Bu sorulara semavî olanın ışığında kimileri doğru cevapları verir ve hakikî insan olarak ömrünü tamamlayıp bekaya doğru gider. Gerçi bu soruya cevap veremeyenler de ömrünü tamamlayıp onlar da bekaya doğru gider. Yani bu zorunlu yolculuktan kurtulan yok. Fakat bugün, bu yolculuğu yapmak istemeyen, ölümsüz olmak isteyen, emanet şuurunu bihakkın yerine getirmeyen, dalâlet vadilerinde koşan ve kendini yutan enaniyetiyle, Yaratana kafa tutan, beşer türemiştir. Üstelik bu kafa tutuşu, Ebu Cehil gibi “Çürümüş kemikleri kim diriltecek?” sorusu ile değil, kendinden daha üstün bir insan yaratmak (!) fikriyatı ile ortaya çıkmıştır.
“İnsan-sonrası” (posthuman) fikriyatında olanlar, hayvanlar dünyasındaki türler içinde bir tür olan insanın, kendisini kutsallaştırarak tarihin ve âlemin merkezine yerleştirmesi, hem saçma, hem çarpık bir anlayış olduğunu, âcilen yeni bir insan-tabiat ve teknoloji kavrayışına ihtiyaç var diyerek yola çıkmışlardır. Onlara göre ulaşılması gereken hedef sahte olan doğa-kültür, insan-hayvan, insan-makine, hayat-oyun, kadın-erkek ayrımlarının hepsini aşmaktır.
“İnsan-sonrası” fikriyatı ateizm ve materyalizm gibi inancı ret etmekle uğraşmıyor. Daha da tehlikeli olan bir başka yıkım yapıyor ki, bu da insanın özünü değiştirmeyi, onu “yeryüzünün halifesi” olma makamından indirmeyi amaçlıyor; doğrudan doğruya insana meydan okuma. Direkt bir Yaratıcıya meydan okumak yok. Fakat vahyin muhatabı ve Yaratıcının en güzel aynası olan ve Kendi varlığının müşahidi olabilecek, insanla uğraşıyor. Çok şeytanî bir plan. Her ne kadar ön planda bilimsellik varsa da, arka planda ciddî bir ideoloji göze çarpıyor.
Allah’ın varlığına, her şey bir âyettir (delildir). Bu âyetlerin en büyüğü de insanın ta kendisidir. İşte, transhümanizm, Allah’ın bu en mükerrem, en eşref, en ahsen âyetine savaş açmış durumdadır. Kâinat insanla anlamlı, dolayısıyla insanın anlamını bozmak, yaratılmış bütün mahlûkatın anlamını bozmak ve bütün semavî olanın temellerini parçalamak, anlamına geliyor. İnsanlığın bu noktaya gelmesi için de öyle çok uzak bir tarih de vermiyorlar. 2045 onların bu projelerini gerçekleştireceği nihaî tarihtir.
Bütün bunları niye anlattım?
Her ne kadar bilimsel görünse de, altında ciddî bir şeytanî ideolojinin olduğu gerçeğinden yola çıkarsak, böyle bir fasit medeniyet algısıyla ancak Kur’ân medeniyetinin dinamikleriyle mücadele edilebilir. “Sutur-u hadisatın altında muzmer hakaikin miftahı” ancak Kur’ân’ın elindedir. Kavanin-i hilkatin muvazenesini ancak Kur’ân muhafaza etmiştir. “Kim tevfik isterse, âdetullah ve hilkat ve fıtrat ile âşinalık etmek, dostluk etmek gerektir. Yoksa, fıtrat tevfiksizlikle bir cevabı red verecektir. Cereyarı-ı umumî ise: Muhalif harekette bulunanları ademâbâd hiçahiçe atacaktır. (Şuaat)
Hasılı, biz bu yeni gelişmeleri, bilimsel aşamaları, biyo-teknolojileri bilmesek de Kur’ân’ı bilmek zorundayız. Belki bu bahsedilen konular bir çoğuna ütopik gelebilir. Kendi yakın problemlerimizden dijital dünyada neler oluyor bitiyor pek ilgi alanımıza girmeyebilir. Fakat biz onları çok uzak olarak kabul etsek de onlar bize, bizim çocuklarımıza hatta en ücra köşelerdeki insanlara artık avuçlarının içinde olacak kadar yakınlar.
Einstein’in güzel bir cümlesi vardır. Bugün insanın elindeki bilgi üç yaşındaki çocuğun elindeki jilete benzer. Jilet çok nazenin şeyler yapar, ama üç yaşındaki bir çocuğun elinde ölümcüldür. Bu yüzden vahiyden kopuk ve koparılmaya çalışan her bilgi insanlığa bırakın saadet getirmeyi acı ve mutsuzluk ve belki de kıyametini getirecektir. Hedefte şimdiye kadar daha çok teşrii âyetler olan şeytanın ve şeytandan ders alan insanların, hal-i hazırdaki hedefleri kevni âyetlerdir. Bu da gösteriyor ki Kur’ân-ı Kerîm’in bu asra dönük tefsiri olan ve kevni âyetleri bu kadar muazzam tefsir eden Risale-i Nur’dan başka bu gelen akımlara dayanacak yoktur. Bu yüzden, Risaleleri, kâinatın içinde, kendimiz üzerinde, hadiseler üzerinde, bilimsel düzlemde yeni bir bakış açısıyla okumak gerekecektir.