Harikulâde haller gösteren bazı insanlar toplumun içinde ciddî bir imtihan vesilesi olmaktadır. Zira bunlara inanmak noktasında insanların kafasında ciddî sorular oluşmakta ve bunlara sağlıklı cevaplar aramaktadırlar. Genelde yazılarımı hayatın içinden ve daha çok karşılaştığım sorular ve sorunlardan oluşturduğum için, bugünlerde de kader sohbetleri münasebetiyle sık sık bu nevî problemler ve sorularla karşılaşmaktayım.
İnsanların en çok kafasını karıştıran mesele, dini bütün olmadığı halde, hiç ibadetle alâkası olmayan ve hatta inancından dahi şüphe edilen insanlar nasıl olur da evliyaların kerâmetlerine benzer harikulâdelikler gösterebilirler. Bu anlamda ve buna benzer sorular uzayıp gitmektedir. Meselâ, bu sorunun bir türevi olarak, “Allah, inançsız olmasına karşın bir insanı neden çok nimetlendiriyor da inananlar sıkıntı, sefalet, fakirlik çekiyor?” vs. gibi sorular temelde doğru bir Allah bilinci, ahiret ve kader inancı olmayan insanların zihinlerine gelmektedir.
Bir imtihan kapısı olan ve imanı dahi tehlikeye düşürebilecek bu sorulara cevaplar vermek zarurîdir. Çünkü insan fıtraten endişe-i istikbal hissinden dolayı geleceğine dair gaybî işaretler nevinden haberlere her zaman ilgi duymaktadır. Aslında Cenâb-ı Hakk’ın bu hissi vermesinin sebeb-i hikmeti, taahhüt altına alınmayan ve kabrin öbür tarafını düşünmek noktasındadır. Oysa insan bu hissini, dünya hayatı için kullanır. Dolayısıyla bu hissi sûiistimal etmek isteyen falcılar, büyücüler, medyumlar vs. cemiyet hayatında ciddî bir tehlike oluşturmaktadırlar.
İnanmamış insanlarda görülen madde ötesi, ruhî tecrübeler, harikulâdelikler daha çok istidraç denen yoga, medyumluk, ruh çağırma, cinlerle temasa geçme şeklinde kendini göstermektedir.
Ruh maddeden, cismaniyetten alâkasını kestiği ölçüde güçlenir ve ruhî tecrübeler gelişir. Hıristiyan papazlarında, Budist rahiplerinde, Yunan filozoflarında, Yahudi ruhanilerde de bu hallerin görüldüğü bir vakıadır.
Meselâ, açlık çekmek yani riyazet, kalbe safa veren, mutluluk veren ve kalbî melekeleri geliştiren bir durumdur. Fakat Müslüman olmayan insanların açlığı, onların nefislerine bir safa verir ve nefsî hareketlilikleri kuvvetlenir. Bu durumda âlem-i halktaki bilinmeyen, gayb olan, gizli olan, çalınan şeyler, hastalıkların teşhisi, tedavisi, cinlerle temas gibi şeyler hâsıl olabilir. İşte böyle durumlar çoğu zaman insanların imanlarının bozulmasına sebep olabilmektedir.
Burada şöyle bir suâl sorulabilir: “Evliyanın kerâmeti ile, inançsız insanlardan hâsıl olan istidraç birbirine benziyor, bunu nasıl ayıracağız?”
Yaşantısından inancına dair bir şeyler sezemediğimiz bu tür insanları anlamanın, ayırt etmenin bir yolu da vicdanlardaki hissedişe göredir. Yani böyle bir insanın, harikulâdelikler gösteren biriyle konuştuğunda, Allah sevgisi kalbinde artıp, dünya sevgisi azalıyorsa, bu Allah dostu biridir. Fakat tam tersi oluyorsa, istidraç gösteren bir yalancıdır. Nitekim itikadı olmadan hasıl olan haller istidraçtır. İtikadı sağlam olan Allah dostlarından hasıl olan haller kerâmettir.
Dokuzuncu Mektub’da, Bediüzzaman bu mesele ile ilgili şöyle bir izahta bulunur: “Kerâmetle müşerref olan bir şahıs, bilerek bir emre mazhar olursa, o halde eğer nefs-i emmaresi bâkî ise, kendine güvenmek, nefsine ve keşfine itimat etmek, gurura düşmek cihetinde istidraç olabilir.” Devamında, “harika bir emre mazhar olan bir kimse, kendi nefsine değil, Rabbine itimadı ziyadeleşir. Tevekkülü de varsa, bu bir kerâmettir ve gizlenmesi gerekmez. Fakat fahr için kasten izharına çalışılmamalıdır” uyarısında bulunur.
Kerâmet sahibi bir insan, lâtif bir unsur olan kerâmet ile meşgul olmaz. Bilâkis kendisinden kerâmet zuhur edince, endişelenir. “Acaba bu bir istidraç mıdır, ahiret meyvelerini bu dünyada mı yiyorum?” diye düşünür. Buna karşın istidraç sahibi olan kimse ise, bu hâlin amellerinin, iyiliklerinin bir neticesi olduğunu zanneder. Kendisinde bir olgunluk ve üstünlük olduğunu düşünür.
Kerâmetten daha selâmetli ve daha âlî olan bir hâl de vardır ki, bunun adı da ikram-ı İlâhîdir. Zirâ kerâmet hâli, nefsin hilesine, sahiplenmesine açık ve istidraca dönebilen, tehlikeli bir hâl iken, ikram-ı İlâhîde kesbin karışması yoktur. Bu yüzden nefis kendine hamletmez. Risâle-i Nur Talebeleri bunun içindir ki, kerâmet istemez, beklemez ve bunlara ehemmiyet vermez. Daha âlî ve selâmetli olan ikram-i İlâhiye mazhar olmak için çalışırlar.
Hemen şunu da belirtmek gerekir ki, sadece harikulâde haller değil, bazen iman sahibi olmayan insanların yaşantıları, nimetlerin içinde olmaları, bazı taklidi iman sahiplerinin zihnini karıştırıp, “Onlar imansız, fakat zevk-ü safa içerisindeler, biz inanıyoruz ama sıkıntı içerisindeyiz. Bu nasıl bir adalet ve muamele?” tarzında sorular, şüpheler zihinlerine gelebilmektedir.
Cevaben şöyle demek mümkündür: İnançsız ve dalâlette olanlara dünyada merhamet edilmesi, nimet verilmesi görünüştedir. Yani merhamet veya nimetlendirme şeklinde görülen bir istidraçtır.
Nitekim Mü’minun Sûresi ve A’raf Sûresi’nde mealen Allah şöyle der: “Kâfirlere çok mal ve evlât vererek onlara yardım, iyilik mi ediyoruz? Hayır, böyle değildir. Bu yardım ve iyilik değil, belki istidraçtır. Azmaları ve cehenneme gitmeleri içindir.” Yine bir başka âyette, “Onları yavaş yavaş azaba yaklaştırıyoruz. Haberleri olmuyor. Onlar azdıkça, dünya nimetlerini arttırarak fırsat veriyoruz. Aldanıyorlar. Onlara hazırladığım azap çok şiddetlidir.”
Netice olarak şunu söylemek mümkündür: Kerâmet halleri bile tehlikeye açık durumlardır. Bunların en selâmetlisi, ikram-ı İlâhî nevinden olan hadiseler ve hallerdir. İstidracî haller ise, zaten nefs-i emmaresi güçlü olanlarda hasıl olur. Aslında işlenen her bir günah ve ihmal edilen Sünnet-i Seniyyeler, şeytan ve habis ruhlara açılan kapılar ve pencereler hükmündedir. Cemiyetin içerisinde bulunan pek çok yalancı, falcı, büyücü v.s. Allah muhafaza imanlarda yaralar açabilir. Bundan başka her insan da, bu tür tehlikeye, günahlar ve ihmalleri dolayısıyla kendisini habis ruhların tasallutuna açık edebilir. Çözüm ise, Kur’ân ve Sünnet-i Seniyyenin kalesine girmek, bu tür hallerle kalbi ve aklı meşgul etmemek, nefis terbiyesi yapmak, basiret ve ferasetin gelişmesi için duâ etmektir.