Artık modern dönemlerden de geçtik post modern bir dünyada yaşıyoruz. Çok hızlı değişimler ve dönüşümler vukuu buluyor.
Her ne kadar biz bu değişimlerin farkında olsak da olmasak ta kâinatın nağmeleri inlemeye devam ediyor.
Ne çok şey değişiyor post modern dünyada. Hayatın tarifi, hakikatin algısı, mekân duygusu, benlik tanımı, insanın kendini, başkalarını ve âlemi anlayıp anlamlandırması. Hızla dünya merkezli algıdan ben-merkezli bir âlem ve insan tasavvuru hakim oluyor. Bu gidişat korkutuyor.
Din de bu dönüşümden nasibini almış görünüyor. İnsan kendini o kadar bu dünyanın sahibi zannediyor ki, Mülkün hakikî sahibine inanması giderek güçleşiyor. Geldiği teknolojik gelişmelerle adeta başı dönen insanlık, inancı başı sıkıştığında yedek lastik gibi gören bir algıyla veya devekuşu misali bir düşünce tarzı ile yaşıyor.
Vahiysiz din, dinsiz maneviyat, ahiretsiz dünya, Allah’sız ahlâk tasavvurları giderek zemin buluyor. Cinsiyetin bile yeniden tanımlandığı üçüncü cins düzmecelerinin “Toplumsal cinsiyet eşitliği” adı altında meşrûlaştırıldığı kısacası ladini bir algının hemen hemen herkesin bacasını sardığı bir dünya.
Fakat gelin görün ki suyun içinde sudan gafil balıklar gibi bu negatif dönüşümler karşısında farkındalık ve duyarlılığımızı kaybetmişiz adeta. Özellikle bu gidişattan belki de en çok rahatsız olması gereken dindarların dünyasında her şeyi siyaset belirlemeye başlamış görünüyor. Bütün peygamberi vaadleri, müjdeleri siyaset dairesi çözecek, her şeyi yapacak hatta dindar nesiller yetiştirecek. Bu sırada bizler ise millet kıraathanelerinde kekimizi, çayımızı yudumlayacağız, bilmem nerede yapılan ahlâksızlıkları afişe eden programları seyredeceğiz, dizilerle uyuyacağız kalkacağız, tivitleri, haberleri takip edeceğiz ve sonunda da “vay be, ne ahlâksız bir dünyada yaşıyoruz” diyerek tekrar çay içip tv ve internetin önünde demleneceğiz.
Hasılı, ciddî bir tehdit, büyük bir meydan okuma karşısındayız. Siyasetin kapısında nöbet bekleyen vicdanlar, siyasetin yaptıklarını gerekçelendirmeye, tevil etmeye adanmış akıllar, siyasetin sözcülüğüne soyunmuş diller bu meseleleri göremediği gibi, çözemeyecektir de.
Bütün bu dönüşümlere ve gelişmelere karşı, hem fikrî, hem kalbî, hem hissî, hem fiilî çözümler ve cevaplar oluşturmak gerekiyor. Siyasetten beklenti ne kadar da nemelâzımcı ve sorumsuzca bir beklenti. Siyaset, burnunun ucunu görmekten âciz, kendi çürümüşlüklerine bile çare bulamayan ve kendi kısır döngüleriyle uğraşan siyaset mi bunca negatif dönüşümlere çare olacak? Çare zavallı siyasetçilere de şaşkın topluma da yol gösterecek duyarlılığı ve farkındalığı geliştirecek asrın idrakine sunulmuş Kur’ânî reçetelerden başka çare yoktur.