Bir önceki yazımızda LeMan’ın yayın politikası ve ilham kaynağından kısaca bahsettik. Gündemi esir alan “karikatür krizi”ni değerlendiren yazarlara baktığımızda ise çoğunluk hiç olmazsa fahiş bir hata yapıldığı konusunda hem fikir. Meselenin bamteli ise Yusuf Ziya Cömert’in kaleminden okuyucuyla buluşuyor: “Ülkenin dininden habersiz sanat yapamazsın”
Çoğunluk böyle düşünse de bazı yorumcuların ele alış biçimi olayı bambaşka bir boyuta taşıyor. Bunlardan biri, dergiyi aklamak için yorumcusu olduğu kanalın siyasî çizgisine denk düşen bir izah getirerek şöyle diyor:
“İslâmiyet, Türkiye’nin kültürünün bir parçasıdır. Türkiye, Müslüman bir ülke değildir. Türkiye İslâm kültürünün genel geçer kabul edildiği bir kültüre sahiptir. İnanç kişinin kendi dünyasıdır. Karikatürde hiçbir suç yok, kötü niyetli olmadıkları aşikâr.”
Gerçekten de her ne şekilde olursa olsun çoğunluğun İslâmiyet’e büyük bir sevgi beslediği bu ülkede, televizyon ekranlarında boy gösteren bazı yorumcuların “eleştiri” ya da “eleştirel mizah yapmak” ile “toplumun hassas noktalarıyla oynamak” arasındaki farkı ayırt etmekte zorlanması, ekran yayıncılığımızın geldiği noktayı gösteriyor.
İlk olarak cümle sosyolojik açıdan yanlış. Bunun için ankete gerek yok ama PEW, KONDA, TÜİK gibi araştırma kuruluşlarının verilerine göre Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğu kendisini Müslüman olarak tanımlıyor. Bu noktada bir tartışma yok.
İkinci olarak anayasal sistem ya da hukukî açıdan evet Türkiye, laikliğe anayasasında yer vermiş bir ülke. Din ve inançlar karşısında tarafsız bir yönetim biçimini benimsediğini ifade ediyor. Fakat bu tarafsızlık, İslâmiyet’in siyaset, eğitim ve kültürel yapı üzerindeki etkisini ortadan kaldırmıyor ki.
Örneğin bu anayasada Diyanet İşleri Başkanlığı veya Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi bir anayasa maddesiyle düzenleniyor. Ya da yüzyıllardır en önemli şekillendiricisi ve koruyucusu din olan “genel ahlâk” ve “manevî değerler”e atıfta bulunuluyor. Bütün bunlar bu ülkenin yönetim anlayışında İslâmiyet’in kültürel bir değerden ziyade kurumsal bir yeri olduğunu göstermiyor mu?
Üçüncü olarak, İslâmiyet yalnızca kişinin Allah ile olan ilişkisiyle sınırlı bir din değil. Aksine, toplumsal hayatın her katmanına dair ölçüler getiren; hukuktan siyasete, ahlâktan eğitime kadar geniş bir etki alanına sahip bir ölçüler manzumesi...
Bu sebeple, yaşadığı toplumun temel değerlerini tanımadan yapılan yorumlar, savunmalar ve meydan okumalar; toplumsal kutuplaşmayı derinleştiriyor, uzlaşıdan her geçen gün daha da uzaklaştırıyor. Böylesi bir ortamda, hem düşüncede hem de eylemde itidalli ve sorumluluk sahibi bir duruşa her zamankinden daha fazla ihtiyaç var.