TOBB, Türk-İş, DİSK, TESK ve TİSK, 28 Şubat’ta, perde arkasında silâhlı kuvvetlerin bulunduğu bir “silâhsız kuvvetler” operasyonunda çok aktif bir rol üstlenmişlerdi.
Sonradan, bu kuruluşların başındaki isimlerin çoğu, iş işten geçtikten sonra kullanıldıklarını anlayıp yanlış yaptıklarını itirafla pişmanlık izhar eden ibret verici açıklamalarda bulundular.
Son dönemde aynı örgütler yine gözle görülür bir hareketlilik içinde. Ama bu defa 28 Şubat’tan farklı demokratik bir duruş sergiliyorlar.
Ve sadece beş örgüt olarak bir araya gelmekle yetinmiyor, diğer birçok STK’yı da yanlarına alarak bir sivil demokrasi cephesi oluşturuyorlar.
Meseleleri, hükümete taraftarlık/karşıtlık bağlamında değil, demokrasiye, hak ve özgürlüklere sahip çıkma çerçevesinde ele alıyorlar.
Meselâ, 22 Temmuz sonrası işbaşı yapan yeni AKP iktidarının gündeme getirir gibi olup bilâhare askıya aldığı sivil ve demokratik anayasa projesine sahip çıkan bir tavır ortaya koydular.
Böyle bir anayasa için hayli geniş katılımlı bir toplantı tertipleyip, ulaştıkları sonuçları kamuoyuna duyurarak, “sivil ve demokrat anayasa” fikrinin sivil topluma mal olduğunu gösterdiler.
Aynı örgütler, AKP hakkında açılan kapatma dâvâsının ortamı gerdiği geçtiğimiz günlerde bir kez daha inisiyatif alarak, hem parti kapatmaya karşı çıkan, hem sivil-demokrat anayasa ihtiyacını yine vurgulayan, hem de herkese sağduyu çağrısında bulunan bir açıklama yaptılar.
Bu çağrı da ses getirdi ve günlerce tartışıldı.
Bu meyanda, TOBB Başkanının “Herkes durduğu pozisyondan bir adım geri çekilsin” sözü de hayli gündem oluşturdu. Muhalefet partileri gibi, bu sözü hiç üzerine almayanlar oldu. İktidar “Niye geri adım atacakmışım?” havası verdi.
Son tartışmalara aktif şekilde müdahil olan yargının ise geri adım atmak şöyle dursun, Başsavcının açtığı dâvâyla başlayan süreci ilerletme konusunda hiçbir tereddüdü olmadığı görüldü.
Ortaya çıkan nihaî tabloda, gözler, attığı veya atmayı düşündüğü adımlarla bu krizin tetikleyicisi konumunda görünen hükümete odaklandı.
Başsavcının önce Eylül’de, ardından Ocak’ta iki kez “uyarı” mahiyetinde “Yapmayın” diye açıklama yayınladığı, bunlara itibar edilmeyince kapatma dâvâsı açtığı “türban düzenlemesi, “ AKP’nin MHP ile müştereken attığı bir adımdı.
Anayasanın iki maddesi değiştirilerek atılan bu adım, söz konusu değişiklik Meclisten geçerek Köşk onayından çıktıktan sonra yürürlüğe girdi. Ancak üniversitelerdeki yasak kalkmadı.
AKP ve MHP’nin anayasa paketiyle birlikte gündeme getirdikleri YÖK ek 17. madde ise hâlâ beklemede. Ve son gelişmelerin ışığında görünen o ki, artık askıdan inmesi mümkün değil.
Bizzat Başsavcıya atfen yayınlanan beyanlarda, bunca krizin altında söz konusu adımın yattığı ifade ediliyor ve “Eğer türban girişimi olmasaydı bu dâvâya gerek kalmayacaktı” deniliyor.
Peki, iki maddelik anayasa paketinin yürürlüğe girdiği ve buna rağmen yasağın kalkmadığı göz önüne alınır, YÖK ek 17 için yeni bir girişimde bulunulmaz ve ilâveten, AKP, hakkında açılan kapatma dâvâsını hükümsüz ve sonuçsuz bırakmaya yönelik teşebbüslerinden vazgeçerse, Anayasa Mahkemesinden kapatma kararı çıkmaması gibi bir netice ile karşılaşabilir miyiz?
Mümkün. Zaten bu sürecin, her aşamasında “iktidar partisini terbiye edip ehlîleştirmek ve istenen çizgiye çekmek” için kullanılıyor olabileceğine dair tahminimizi evvelce de yazmıştık.
Başbakanın, günlerden beri yüksek perdeden sürdürdüğü sert çıkışlarına nihayet vererek havayı yumuşatmaya yönelik bir üslûba dönmesi ve bu manevranın bilhassa Doğan grubu medyasınca desteklenmesi, acaba kamuoyunu böyle bir sonuca hazırlamanın işaretlerini mi veriyor?
Olabilir. AKP’yi kapatmak yerine istenen çizgiye çekip sistem adına biraz daha kullanmaya devam etmek de yabana atılmayacak bir ihtimal.
04.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|