Tabiat ve yapıları gereği zıtların bir arada bulunması mümkün değildir. Suyla ateş, karanlıkla aydınlık, ateşle barut bir arada bulunmaz.
Hakla batılın birbirine zıt ve karşı olması kadar da tabiî birşey olamaz. Hakla batıl, doğruyla yanlış, iyiyle kötü mücadelesi Hz. Âdem’den bu yana devam edegelmiştir.
İman nur, ışık, aydınlık; küfür ve inkâr ise zulmet ve karanlıktır. Karanlığın, yarasaların, yarasaruhluların imandan, nurdan hoşlanmaları mümkün değildir. Arı bal yapacak, yılan da zehirini akıtacaktır. İman ve Kur’ân düşmanlarının en hoşlanmadıkları işlerin başında ise, ehl-i iman ve ehl-i hizmetin tesanüdle imana ve Kur’ân’a hizmetleri gelir. Onlar iman ve Kur’ân’la ilgili her şeyden rahatsız olurlar. Hele hele ehl-i imanın tesanüd ve ittifakını aslâ istemezler. Ellerinden gelse birbirilerine düşürür, sonra da kıs kıs gülerler.
İhlâs, sebat ve tesanüd başarı sebebidir. Üstad, talebelerinin fevkalâde sebat ve ihlâsları sebebiyle galebe çaldıklarına ve musibeti defettiklerine dikkat çeker. Fakat ehl-i dünya cepheyi hemen değiştirirler. Zındıka, desiselerle perde arkasında maddeten ve manen tahşidata başlar. Alabildiklerine bir gayretle, dikkatle ve şeytancasına bir tarzda talebelerin gerçek kuvvetleri olan tesanüdü bozmaya çalışır, çeşit çeşit dolaplar döndürürler.1
Demek bizzat Üstadın ifadesiyle tesanüd gerçek kuvvettir. Zındıka ehli ise her hal ü kârda onu bozmaya çalışır. Ve bu plân, her zaman devam eder. Yine Üstad bu tuzağa dikkat çeker, “Şimdi en ziyade bizi ve Nurları vurmak ve sarsmak için en fenâ plân, Nur talebelerini birbirinden soğutmak ve usandırmak ve meşrep ve fikir cihetinde birbirinden ayırmaktır”2 der.
Hadis-i şeriflerde belirtildiğine göre ahirzamanda Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçen müthiş şahıslar, İslâmın ve beşerin hırs ve ayrılıklarından istifade ederek az bir kuvvetle onları herc ü merc eder ve koca âlem-i İslâmı esareti altına alır. Onun için Bediüzzaman Hazretleri, “Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilâfınızdan istifade eden zalimlere karşı, ‘İnneme’l-mü’minûne ihvetün: Ancak inananlar kardeştir’ kal’a-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun ediniz. Yoksa ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz. Malûmdur ki, iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir mizanda, iki dağ birbirine karşı muvazenede bulunsa, bir küçük taş muvazenelerini bozup, onlarla oynayabilir. Birini yukarı, birini aşağı indirir.
“İşte, ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârâne tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner. Az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimâ iyenizle alâkanız varsa, ‘Mü’min mü’mine karşı bir binanın kenetlenmiş taşları gibidir’3 düstur-u âliyeyi, düstur-u hayat yapınız. Sefalet-i dünyeviyeden ve şekavet-i uhreviyeden kurtulunuz.”4
Görüldüğü gibi İslâmın esas ve prensipleri mü’minleri birbirlerine bir binanın taşları gibi kenetleştirecek, kuvvet verecek niteliktedir. Bütün mesele, bu hakikatlere uyup dünya ve ahiret huzursuzluğundan kurtulmaktır.
Dipnotlar: 1. Kastamonu Lâhikası, s. 113. 2. Şuâlar, s. 431. 3. Buharî, Salât: 88; Müslim, Birr: 65; Tirmizî, Birr: 18; Neseî, Zekât: 67. 4. Mektûbât, s. 261.
04.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|