Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Gereğini yapmak |
Eski Deniz Kuvvetleri Komutanlarından emekli Oramiral Özden Örnek’in günlükleri, AKP 2002 seçiminde büyük Meclis çoğunluğuyla tek başına iktidar olur olmaz Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz gibi adlar verilen darbe planlarının, biri tutmazsa hemen diğerini gündeme getirme mantığıyla hazırlandığını gösteriyor. Ama Erdoğan, son beyanlarında, yedi yıllık iktidarında darbe baskısı hissetmediğini söylüyor. Demek ki, ya o planlardan haberi olmadı, ya da o hazırlıkların kaale alınacak bir tarafı yoktu. Veya ikinci şıkla da irtibatlı olabilecek üçüncü bir alternatif, söz konusu darbe girişimlerinin arkasında, “başarı” ile sonuçlanmış önceki darbelerdeki gibi ABD desteği bulunmadığı, tam tersine Amerika’nın AKP’ye arka çıktığı vâkıası. Buna ilâveten 1999’dan beri AB sürecinde alınan mesafenin, yeni darbeleri iyice zorlaştırdığı. Nitekim genelkurmay başkanlığı yapmış isimlerin de özellikle bu olgulardan hareketle, “Artık darbe dönemi geride kaldı” dediklerini biliyoruz. Erdoğan’ın “darbe baskısı hissetmemesi,” bu tesbitlerde ifadesini bulan gerçeklerin neticesi. Ancak klasik darbelerin son bulmuş olması, derin ve örtülü müdahalelerin de bittiği anlamına gelmiyor. Bunun en tipik ve canlı örneği, bazı hassas alanlardaki tahripkâr sonuçları hâlâ bertaraf edilememiş olan 28 Şubat süreci. Ve bu süreci, yedi yıllık AKP iktidarı da bitirebilmiş değil. Hal böyleyken, Erdoğan’ın, geçmiş dönemlerde çok daha zor ve ağır şartlarda görev yapmaya çalışırken defalarca ihtilâllere hedef olmuş siyaset adamlarına imalı ve istihzalı göndermelerde bulunması etik bir tavır olarak görülebilir mi? Erdoğan’ın, darbe baskısına muhatap olduğu takdirde nasıl davranacağı bahsindeki “Baskılarla ne politika yaparım, ne devlet yönetirim. Ama bundan önce olduğu gibi bırakıp gitmem, gereğini yaparım” ifadelerini de irdelemek gerekiyor. Bu sözlerdeki kilit ifade: “Gereğini yaparım.” Peki, son dönemde yaşanan gelişmeler için, Başbakanın, “gereğini yaptığı” söylenebilir mi? Yine kendi beyanlarına baktığımızda görüyoruz ki, asker-sivil ilişkileriyle ilgili olarak, ordunun anayasal konumunun “dört dörtlük” yerine oturtulamadığını, ama iktidar-ordu ilişkilerinde olumlu bir sürece girildiğini söylüyor Erdoğan. Ve şimdiki Genelkurmay Başkanıyla arasında bir güven sorununun bulunmadığını belirtiyor. Ancak diğer söyledikleri, bahsettiği “olumlu süreç”le “güven ilişkisi”nin, gündemi oluşturan sorunların detaylarında pek sonuç vermediğini düşündürüyor. Meselâ Genelkurmay Başkanının “irtica belgesi” için yaptığı “kâğıt parçası” yorumunu kendisine de söylediğini aktardıktan sonra, “Tarafı değilim” diyerek işin içinden sıyrılan Erdoğan, Başbuğ’un görevden alınmasıyla ilgili sorulara da “Bu konu bizi darda ve zorda bırakıyor” dedikten sonra, “Genelkurmay Başkanını Başbakan değil, Bakanlar Kurulu tayin eder, Cumhurbaşkanı onar” sözüyle topu başka adreslere atarken, farazî bir “azil” durumunda ortaya çıkabilecek hukukî kargaşa hakkında da etraflıca duruyor. “Askerî savcı ile sivil savcı arasında sıkıntı var” diyerek de, yine sistemdeki arızayı vurguluyor. Ama gerek ordunun anayasal konumunun “dört dörtlük” yerine oturtulması, gerek askerî ve sivil yargı ikilemine son verilmesi, gerekse Genelkurmay Başkanının tayin ve azil prosedürleriyle ilgili mevzuatın demokrasi kriterlerine göre tekrar tanzimi konularından bahsetmiyor. Oysa “Bırakıp gitmem, gereğini yapmam” sözünün gereği, bu sorunları kalıcı çözümlere kavuşturacak temel reformları gerçekleştirmek. Ve bunu, yargı kaynaklı engellemeleri de bertaraf edecek bir bütünlük içinde tamamlamak. Peki, sivil ve demokratik anayasa projesini askıya alıp bir daha gündeme getirmeyen, hattâ son olarak 29 Mart yerel seçimi sonrası için söz verilen birkaç maddelik anayasa değişikliğini dahi savsaklayan bir tavırla “gereği yapılmış” olur mu? Gereği için lâfa değil, icraata ihtiyaç var. 11.11.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (10.11.2009) - 10 Kasım ve açılım (08.11.2009) - İmanla kabre girmek (07.11.2009) - Manzara-i umumiye (06.11.2009) - İslâm birliği ve barış |