Sami CEBECİ |
|
“Nasıl yaşarsanız...” |
Ruhlar âleminden bu güzel dünya misafirhânesine gönderilen insanlar, aşk derecesinde kuvvetli bir sevgiyle ona bağlanır ve ayrılmak istemezler. Bu duygu, inanan ya da inanmayan herkeste mutlaka vardır. Ancak, Cenâb-ı Hakk’ın kâinata koyduğu yaratılış kanunlarını değiştiremeyen insanoğlu, bu kanunların pençesinden kendisini de kurtaramaz. Her canlının doğup büyüyüp, ihtiyarlayıp öldüğü gibi, insan da ölüm gerçeğinden kaçamaz. Allah’ın emir ve yasaklarını tebliğ etmeye memur olan peygamberler, bu dünyadan nasıl gelip geçtilerse, Allah’a baş kaldıran ve hatta O’nun varlığını inkâr eden nice zalimler, firavunlar, nemrutlar ve decallar da ölümden kendilerini kurtaramadılar. Bu hakikat, bütün insanlığın gözleri önünde cereyan etmektedir. Ölümü öldürmek, kabir kapısını kapatmak çaresi şimdiye kadar bulunamadı, bundan sonra da söz konusu olmayacaktır. Her insan gibi, sahabeler de ölümü Allah Resûlü’ne sordular: “Nasıl öleceğiz ya Resûlallah?” Buyurdular ki: ”Nasıl yaşadıysanız öyle ölecek ve nasıl öldüyseniz öylece dirileceksiniz.” Bu çok önemli bir mesajdı. İnsanın nasıl öleceğini yaşama biçimi belirliyordu. Allah’ın emir ve yasaklarına riâyet ederek ve Onun rızası dairesinde geçen bir hayat, netice itibâriyle inşaallah imanla kabre girmeyi netice veriyor; inkâr, nefsânî arzuların tatmini ve şeytana uyarak geçen bir hayat da ebedî hayatın kaybedilmesi olarak noktalanıyordu. Çünkü, görünen köy kılavuz istemezdi. Bahsi geçen hakikatleri, Şaban Döğen kardeşimiz hayatı boyunca hem yazdı, hem de anlattı. Ama, her can taşıyan varlık gibi, nihayet ölüm denilen gerçek ona da geldi çattı. Demek buraya kadarmış. Elli yedi senelik ömre çok hizmetler sığdırmayı başardı. Geride onlarca kitap bıraktı. Şimdi onun bedeline onlar hizmet edecek ve amel defteri hiç kapanmayacak inşaallah. Radyo ve televizyonlarda yaptığı programlar da unutulmayan hatıralar ve sohbetler olarak devam edecek. Âniden rahatsızlanıp, hastahaneye götürülerek yoğun bakıma alındığını duyduğumuzda hep bir miktar yatıp tekrar hizmetine kaldığı yerden devam eder hissini taşıdım. Çünkü, nice ağır hastaların tekrar sıhhatine kavuştuğuna çok şahit olmuştum. Yaşı genç sayılırdı. Ancak “Ecel geldiği zaman ne bir an geri, ne de bir an ileri gitmez” âyetinin tesbit ettiği bir gerçek de vardı. Tekrar toparlanıp ayağa kalkar diye ümitle beklerken birden vefat haberi geldi. Doğrusu çok şaşırmıştık. Hayata pamuk ipliğiyle bağlı olduğumuz ne kadar da açık bir hakikatti. Bütün programlarımızı iptal ederek, minibüslerle konvoy hâlinde Ankara’dan Kargı ilçesine doğru yola çıktık. Üç saatlik bir yolculuktan sonra ilçeye ulaştığımızda, Büyük Caminin minarelerinden semâya salâ sesi yükseliyordu. İkindi namazında cami hınca hınç doluydu. Başta, İstanbul olmak üzere yakın il ve ilçelerden gelen dâvâ arkadaşları, onu son yolculuğunda yalnız bırakmamışlardı. Cenaze namazı kılınıp helâllik alındıktan sonra, yüzden fazla araç konvoyuyla Kargı Mezarlığı’na götürdük. Bol miktarda çam ağaçlarının bulunduğu mezarlıkta defin işlemleri bittikten sonra okunan Yasin-i Şerif ve diğer sûreleri müteâkip, onun çok sevdiği ve hayatını ona hizmete adadığı Nur Risâlelerinden bir ders yapıldı. Bediüzzaman Hazretleri “Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır” diyordu. Şaban Döğen Hoca, başta Resûlullah (asm) ve Üstadımız olmak üzere bütün dostlarına kavuştu. Şimdi o, âsûde makberinde haşrin sabahını bekliyor. Ruhuna binler fatihalar... 11.11.2009 E-Posta: [email protected] |