Enes Kara adlı bir tıp öğrencisinin bir cemaat evinden intihar etmesi, vicdan sahibi her insanı derinden üzmüştür.
Kendisine Allah’tan rahmet, ailesine ve yakınlarına da baş sağlığı diliyorum. Bu can bize emanet olarak verilmiş. Her ne sebeple olursa olsun, hiç kimsenin ne kendi canına, ne bir başkasının canına kıymaya hakkı yoktur. İsteyerek veya istemiyerek böyle bir cinayet işleyenleri de Allah affetsin diyorum.
Toplumda bir başka sosyal cinayet daha işleniyor ki, o da en az bir cana kıymak kadar dehşet verici. O da, bu hazin olay bahanesiyle cemaatleri ortadan kaldırmaya çalışmak cinayetidir. Cemaatler ve tarikatler, bu milletin yüz yıllar boyu istifade ettiği, maddî ve manevî dinamiklerinden birisidir. Orta Asya’dan, Hoca Ahmet Yesevi ile başlayan tarikatçılık, iman, ahlâk, edeb gibi manevî değerleri yükselten kurumlar olduğu gibi, meslek, sanat, askerlik, çiftçilik gibi maddî faaliyetlerin de en güzel şekilde yapılmasını sağlayan birer dernek gibi faaliyet göstermişlerdir. Türk-İslâm devletlerinin manevî mimarları, tarikatler ve cemaatler olmuştur.
Anadolu’yu Türk İslâm yurdu haline getiren akıncıların öncüleri, Horasan Erenleri olarak bilinen Alperenlerdir. Anadolu’nun Moğollar tarafından yakılıp yıkılması sonucu, millî birliğin yeniden sağlanması, halkın moral ve motivasyonunun yükseltilmesi için çaba sarfeden tasavvufî önderler olmuştur. Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlânâ, Sarı Saltuk, Ahi Evren, Abdal Musa gibi mutasavvıflar, dervişler ve şeyhler, milletin manevî ordusu olarak vazife yapmışlardır.
Sultanların ve padişahların da bir çoğu bu tarikatlere mensup devlet adamlarıydı. Kurtuluş Savaşı’nda İstanbul’dan Anadolu’ya silâh sevki esnasında bazı tekkelerin büyük bir vazife ifa ettiklerini de biliyoruz. Cumhuriyet devrinde bile, nakşi devlet adamları vazife almışlardır. Kısacası, cemaat ve tarikat anlayışını bu milletin kalbinden söküp atmak mümkün değildir.
Milletleri manevî bağlarından koparırsanız, kökü kesilmiş ağaç gibi kısa sürede çürür ve yıkılır. Manevî bağların istinat noktası ise, cemaatler, tarikatler, tekkeler ve zaviyelerdir. Nitekim, bir zamanlar “din terakkiye mânidir” diyerek dini milletin hayatından çıkarmak isteyenler olmuş, buna karşılık, “dinin meseleleri terk ve feda edilmesinde zarardan başka ne faydası görüldü?” diye ortaya çıkan Bediüzzaman Hazretleri, sarsılan dinî temelleri yeniden inşa ve ihya etmiştir. Nakşibendilik, Mevlevilik gibi tarikatler de, dinî ve millî birliğin korunmasına katkı sağlamaya devam etmektedirler.
Bir öğrencinin cemaat evinde intihar sonucu vefat etmesi, elbette büyük bir trajedidir. Bir gencin vefatı değil, ayağına taş değmesi bile vicdan sahiplerini üzer. Lâkin, böyle acı bir olayı bahane ederek cemaatlere saldırmak, hiç de vicdanlı bir davranış değildir. Evvelâ vefat eden gence bir saygısızlıktır. Sonra, cemaatlerin mensuplarına bir haksızlıktır. Ülkemizde hergün bu tür üzücü olaylar meydana geliyor. Barlarda, diskoteklerde, okullarda, kışlalarda, hapishanelerde de bunun gibi intiharlar oluyor. Hiç kimsenin aklına buraları kapatmak gelmiyor. Böyle yerlere karşı bir düşmanlık düşünülmüyor.
Bu intihar olayının sebepleri arasında gelecek kaygısı, umutsuzluk, mutsuzluk gibi durumlar da dile getiriliyor. Bir üniversite öğrencisinin bu kadar karamsarlık ve umutsuzluk girdabına düşmesinde, yetkililerin de sorumluluğu vardır her halde. Yargıya intikal etmiş bir intihar olayı, elbette en ince noktalarına kadar tahkik edilecek ve varsa sorumlular cezalandırılacaktır.
Bu bahane ile cemaat düşmanlığı yapmanın kimseye bir faydası yoktur.