Risale-i Nur Külliyatı’nda “Ahrârlar iki defa başa geçtiği halde, az bir zamanda onları devirdiler.” 1 ifadesi Emirdağ Lâhikası, ikinci kısımda yer almaktadır. Bu konunun tarihi cihetine bakan noktalara işaret etmeye çalışalım inşâallah.
Osmanlı Ahrâr Fırkası II. Meşrûtiyetin ilânından takriben iki ay sonra 14 Eylül 1908 tarihinde kurulmuştur.
Aynı yılın Kasım-Aralık aylarında yapılan ilk genel seçimlere, henüz teşkilâtlanmasını tamamlayamadan, sadece İstanbul’dan katılan Ahrâr Fırkası, hiç mebûs çıkaramamıştır. Yalnız, kurucularından Mahir Said Bey memleketi olan Ankara’dan şahsî nüfuzu sayesinde seçilebilmiştir. Ancak, Meclisin Aralık 1908’de açılmasından kısa bir süre sonra 60-70 milletvekili zamanla bu fırkanın saflarına geçmiştir. Ahrâr Fırkası, Sultan II. Abdülhamid’in yeğeni olan Prens Sabahaddin’in II. Meşrûtiyet’in ilân edilmesiyle yurtdışından İstanbul’a dönüşünden iki hafta sonra kurulmuştur. Fırkanın başkanlığına herhangi bir şahıs tâyin edilmemiştir. Kurucularının Prens Sabahaddin’in yakın arkadaşları olmaları ve parti programının da Prensin, “teşebbüs-i şahsî ve âdem-i merkeziyet” fikirlerini esas almış olması sebebiyle, Prens Sabahaddin efkâr-ı ammede fırkanın mânevî lideri olarak kabul edilmiştir.
Ahrâr Fırkası kurulduğu tarihten itibâren, 13 Nisan 1909’da ortaya çıkan 31 Mart isyanına kadar, ancak yedi ay müddetle siyaset sahnesinde kalabilmiştir. Dönemin resmî olarak kurulan ilk siyasî partisi olan Fırkanın lider kadrosu 31 Mart isyanının fâilleri ithamıyla adlî takibata maruz kalmıştır. Neticede ya mahkûm olmuşlar, ya da yurt dışına çıkmak mecburiyetinde bırakılmışlardır. Bu şekilde fiilen dağılmış olan Fırkanın, Ocak 1910 tarihinde de resmen feshedildiği kamuoyuna ilân edilmiştir.
Ahrâr Fırkası’nın ancak yedi ay kadar kısa bir süre hayatta kalabilmiş ve iştirak ettiği tek genel seçimde de herhangi bir varlık gösterememiş olmasına mukabil, Bediüzzaman’ın Ahrârların iki defa başa geçtiğini ifade etmiş olması arasında, ilk nazarda bir tenâkuz görülmektedir. Belki de bu sebepten yeteri kadar üzerinde durulmayan bu tesbitin makul bir izahı olmalıdır. Ayrıca, başa geçenin “Ahrâr Fırkası” olarak değil de “Ahrârlar” şeklinde tâbir edilmiş olması da dikkat çekicidir. Öyleyse meseleye parti olarak değil, fikir ve program olarak başa geçmek şeklinde yaklaşmak daha makul bir yaklaşım olmalıdır.
Siyasî Sistem ve Başa Geçme Meselesi
İlk bakışta garip gibi görünen Bediüzzaman’ın bu tesbitinin doğru anlaşılabilmesi için, dönemin siyasî sistemini de dikkate almak icâb eder. O günkü anayasaya göre sadrazam, padişah tarafından tâyin edilmektedir. Sadrazamın, seçilmiş olması, yâni Meclis içerisinden tâyin edilmesi mecburiyeti de bulunmamaktadır. Ki, ele alacağımız dönemin bütün sadrazamları Meclis dışından olan devlet erkânı arasından tâyin edilmiştir.
Günümüzde olduğu gibi, seçimlerin galibi olan partinin genel başkanının hükûmeti kurmakla görevlendirilmesi gibi bir şart ya da teâmül bulunmamaktadır. Kabinenin diğer üyeleri sadrazam tarafından belirlenerek, yine Padişahın tasdikine arz edilmektedir. Heyet-i Vükelâ denilen hükûmet, Meclise değil padişaha karşı sorumludur ve hukuken Meclisten güvenoyu alma şartı da bulunmamaktadır.
İktidarın, Meclis-Hükûmet-Saray arasında taksim edilmiş olduğu bu sistemde, en zayıf vaziyette olan Meclis-i Mebûsan olup, iktidar esas olarak Bâbıâli ile Saray arasında paylaşılmıştır. Dolayısıyla “Başa Geç-me” ifadesiyle esas olarak hükûmete hàkim olma ya da tesir etme kastedilmektedir. Başlangıçta bu şekilde olan siyasî sistem, 31 Mart sonrası yapılan 1909 anayasa değişiklikleri ile Meclisi daha ön plâna çıkaran bir yapıya kavuşturulmuştur. Ancak bu değişiklik, tabiî olarak olması gerektiği şekilde halk iradesinin hàkimiyetini netice vermemiştir. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni idare eden dar bir kadronun tahakkümü sebebiyle, meşrûtiyet ve demokrasi inkişaf edemeyerek inkıtaa uğramıştır.
II. Meşrûtiyet Dönemi Hükûmetleri
Ahrâr Fırkası’nın çok kısa bir dönem hayatta kalabilmiş olması ve siyasî sistemin o dönemdeki yapısı dikkate alındığında, “Ahrârların iki defa başa geçmesi” vâkıasını, o devrede işbaşına gelen hükûmetler içerisinde aramak gerekir. Bu maksatla, Meşrûtiyetin ilân edildiği tarih ile “Bâb-ı Âli Baskını” olarak bilinen hükûmet darbesinin yapıldığı Ocak 1913 yılına kadar olan dönemdeki hükûmetler değerlendirmeye tâbi tutulmalıdır. Zira bu tarihten sonra ülkede İttihat ve Terakki’nin tek başına hàkimiyeti başlamış ve muhalefet tamamen sindirilip dağıtılmıştır. 2
Dipnotlar:
1- Emirdağ Lâhikası-II, s. 527.
2- Orhan Dindar, 04 Haziran 2014, Yeni Asya Gazetesi.