Üç gün önce Anayasa’da ve kanunda yeri olmayan bir “Kabine” toplantısından sonra kameraların karşısına geçen AKMHP cumhurunun başkanı Erdoğan yorgundu. Sebebini de izah etti: “Çok hizmet ediyoruz şunu şunu yaptık şunu yapacağız, şuralara gittik buralara gideceğiz, şunlarla görüştük bunlarla görüşeceğiz” dedi.
Ama prompter’dan okurken 15 Temmuz’u neden 25 Temmuz olarak telaffuz ettiğini ve nasıl olup da biraz sonra düzelttiğini anlayamadık. Bu kadar önemli bir tarihi nasıl olur da yanlış telaffuz eder, şaşırdık. Yorgunluğuna verdik.
Asıl anlayamadığımız şu oldu:
Muhalefetin gündeme getirdiği bir konuda “müjde” verdi. Öğrencilerin öğrenim kredi borcunun güncellenmesinden bir defalık vazgeçildiğini bir müjde gibi duyurdu. Hem de muhalefete de sataşarak.
Açıklamasındaki “faizlendirmiyorduk, güncelliyorduk, ikisi farklı şeyler” mealindeki bilgiler bizce de doğru. Zira “reel faiz” anlamında faiz ile “bir rakama bir oran yardımıyla eklenen her fazlalık” anlamındaki faiz ayrı şeyler. Para borçlarında enflasyonun altında kalan ve dolayısıyla gerçekte bir fazlalık olmayan “fazlalığın” hukuken ve dinen faiz olup olmadığı tartışması ayrı bir konu.
Aslında ne oldu?
Bu açıklamadan önce durum şuydu: Öğrenciliğinde yüz lira almış olan eski öğrenci devletten ödünç aldığı kredi borcunu geri ödeme zamanı geldiğinde bu borcuna karşılık o yüz liranın bugünkü Yurtiçi Üretici Fiyat endeksi (Yİ-ÜFE) ile güncellenmiş rakamı neyse onu iade ediyordu. (Yİ-ÜFE TEFE’nin ve ÜFE’nin yerine geçen endeks.).
Önceki günkü açıklamaya göre Cumhurbaşkanı bu güncellemeyi bir defalık kaldırdı ve böylece yüz lira almış olan yüz lira ödeyecek.
Bu güncelleme işi aslında enflasyona karşı devleti koruyan bir uygulama idi. Borçlu öğrenciyi de borcunu gerçek değeri üzerinden ödemeye yönlendiriyordu. Yani aslında bir adaletsizlik yoktu. Yeter ki güncelleme oranları gerçeğe uygun belirlensin.
Ama DİE TÜİK olup itibarını kaybedip güncelleme oranları problemli sonuçlar ortaya çıkarınca ve mesele kamuoyunda yalan yanlış bilgilerle tartışılır hale gelince ve bir de “seçime yatırım” da devreye girince her şey karıştı.
Yapılan, ilk bakışta devletin bir kısım vatandaşına kıyağı (sübvansiyon) gibi görünebilir. Doğrudur da. Ama sistemsiz ve kuralsız sübvansiyonlar, hele seçim dönemlerinde devletin çivisini çıkarır.
Güncellenmiş olarak ödemelerini yapmış olanlar ne düşünecek?
“Geri ödemesi zor, bu yüzden almayayım” diyerek zamanında kredi almamış olanlar ne düşünecek?
Kredi başvurusunda bulunmayı düşünen taze öğrenciler ve halen kredi almaya devam eden öğrenciler “böyle bir piyango bir gün bize de vurur mu” diye düşünecek mi?
Seçim zamanı yaklaşıyor. Muhalefetten bazılarının makul ve bazılarının da hakikaten uçuk kaçık vaadlerini gören iktidar “hazine benim elimde, ben daha fazla uçarım, hem de sözle değil gerçekten uçarım” dedikçe sosyal düzen ve devlete itimat bozuluyor.
Daha da ilginci kavramlar da birbirine giriyor: Erdoğan’ın canlı açıklamalarını, hemen ardından telefonla bağlandığı bir üniversite hocasına canlı canlı yorumlatan TRT Haber spikeri hanımefendi Erdoğan tarafından “bursların” güncellenmeden geri ödeneceğinin açıklandığını söyleyip misafirine konu hakkında ne düşündüğünü sordu. Misafiri de “evet” deyip kredi ile ilgili yorumlarına devam etti.
Oysa bir bağış olan burs başka, şartlı burs başka, başarı şartlı burs başka, bir ödünç olan kredi bambaşka. Ama bu toz duman içinde gel de anla ve anlat…