Hukuk inkılabı denilen devrimin kanunlarından biri olan ve 1926’dan 2005’e kadar yürürlükte kalan eski Türk Ceza Kanunu’nun fikir açıklamalarını cezalandıran meşhur üç maddesi vardı:
Bunlardan 141 ve 142. maddeler özetle “komünizm propagandası”nı yasaklarken 163. madde de bir mânâda “şeriat propagandası”nı yasaklamakta ve cezalandırmaktaydı.
İşte bu üç madde 12.04.1991 tarihinde 3713 sayılı Kanunla yürürlükten kaldırıldı. Yerine bir şey konulmadı. Böylece bu üç maddede tarif edilen eylemler suç olmaktan çıkarılmış oldu. Şüphe yok, özü itibariyle iyi de oldu.
Bunlardan 163. madde öteden beri dindarların ve dinî grup ve cemaatlerin başının belasıydı. Dinî grupların mensupları bu maddedeki cezayla korkutuluyor ve “dini siyasete alet etme ithamı” ile baskı altında tutuluyorlardı.
Görünüşte laikliği koruyan ve Anayasa’daki laiklik ilkesini korumaya yönelik ceza getiren bu madde –en son 21.01.1983 tarihinde değiştirilmiş haliyle- şu şekilde idi:
“Laikliğe aykırı olarak, Devletin sosyal veya ekonomik veya siyasî veya hukukî temel düzenini, kısmen de olsa dinî esas ve inançlara uydurmak amacıyla cemiyet tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare eden kimse sekiz yıldan onbeş yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılır.
“Böyle cemiyetlere girenler veya girmek için başkalarına yol gösterenlere beş yıldan oniki yıla kadar ağır hapis cezası verilir.
“Laikliğe aykırı olarak, Devletin sosyal veya ekonomik veya siyasî veya hukukî temel düzenini, kısmen de olsa dinî esas ve inançlara uydurmak amacıyla veya siyasî amaçla veya siyasî menfaat temin ve tesis eylemek maksadıyla dini veya dinî hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri alet ederek her ne suretle olursa olsun propaganda yapan veya telkinde bulunan kimse beş yıldan on yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılır.
“Şahsî nüfuz veya menfaat temin etmek maksadıyla dini veya dinî hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri veya dinî kitapları alet ederek her ne suretle olursa olsun propaganda yapan veya telkinde bulunan kimse iki yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılır.
“Yukarıdaki fıkralarda yazılı fiilleri Devlet daireleri, belediyeler veya sermayesi kısmen veya tamamen Devlete ait olan iktisadî teşekküller, sendikalar, işçi teşekkülleri, okullar, yükseköğrenim müesseseleri içinde veya bunların memur, müstahdem veya mensupları arasında işleyenler hakkında verilecek ağır hapis cezası üçte bir nispetinde artırılır.
“Üçüncü ve dördüncü fıkralarda yazılı fiiller, yayın vasıtaları ile işlendiği takdirde verilecek ceza yarı nispetinde artırılır.”
Görüldüğü gibi bu hükmün ilk iki fıkrası “görünür dindarlığı yaymayı” ve devletin de dindarlaşmasını alenen istemeyi cezalandırıyordu. Kaldırılması gerekliydi.
Ancak üçüncü fıkradaki “siyasî amaçla veya siyasî menfaat temin ve tesis eylemek maksadıyla dini veya dinî hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri alet ederek her ne suretle olursa olsun propaganda yapmak veya telkinde bulunmak” suçu için aynı şeyi söylemek mümkün değil.
Aynı şekilde dördüncü fıkradaki “şahsî nüfuz veya menfaat temin etmek maksadıyla dini veya dinî hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri veya dinî kitapları alet ederek her ne suretle olursa olsun propaganda yapmak veya telkinde bulunmak” suçu için de.
Bu iki fıkradaki eylemler, sadece “devleti korumak” isteyenlerin değil, dini ve dindeki samimiyeti korumak isteyen samimi dindarların da yasak sayacağı, uzak durmak ve dindarları da uzak tutmak isteyeceği türden fiiller.
1991’de ilk iki fıkra ile birlikte üçüncü ve dördüncü fıkralardaki bu fiiller de suç olmaktan çıkarıldı. İhtiyaç kalmamıştı ve -diyelim ki- iyi de oldu.
Ama son yıllarda ve bilhassa bu günlerde yaşanan tartışmaların dozu ve üslubu bize şunu düşündürüyor:
Dini siyasete alet etmek ve siyasî propaganda malzemesi yapmak dinen de hoş görülmeyeceğine göre, 1991’den sonra neyi eksik yaptık ki bu fiillerin yanlış ve gayr-ı ahlakî olduğunu dinde hassas siyasetçilerimize ve onların eski-yeni dindar dostlarına anlatamadık?
Dinin siyasete alet edilmesini gerekçe göstererek lastikli kanun maddeleriyle din ve vicdan hürriyetinin baskı altına alınması hiçbir şekilde kabul ve tasvip edilemez.
Ve dinin siyasete alet edilmesini önlemenin en sağlam ve sağlıklı yolu, Risale-i Nur ölçü ve prensiplerinin topluma mal edilmesidir.