İYİ Parti milletvekilleri Turhan Çömez ve Selçuk Türkoğlu’nun TBMM’de yaptıkları basın açıklaması ile gündeme getirdikleri “istirahat raporları üzerine yazılan Hastalar Risalesi vecizeleri eliyle dinî nasihat” fiili ile ilgili olarak yazdığımız yazı umulanın üzerinde yorum aldı.
Yazımızı dikkatle okuduğu anlaşılan, ana hatlarda bizim gibi düşünen, o doktorun gayretini sempatik gören, ama yaptığını usul olarak yanlış bulan bazı okuyucularımızın çeşitli teklif ve eleştirilerini aldık, kabul ettik.
Yazımızı ve bilhassa şeaire dair vurgularımızı dikkatlice okumadan, aslında dikkatli bir üslup kullanmış olan muhalif vekillerin mazideki ya da bugünkü siyasî duruşunu eleştiren ve böylece güya o tabibi ve Risaleleri müdafaa ettiğini zanneden iktidar taraftarı yorumculara yapılabilecek fazla bir şey yok. Zira “okumayı bilmeyen için yazılmış hiçbir şey yoktur”. Bu yazı dahil!
Tabibin yaptığını doğru bulan yorumculardan tek biri dahi bu kanaatine Risale-i Nur Külliyatından küçük bir delil dahi getiremedi. Bu durum da bizim bakış açımızı destekliyor. Teyit edelim:
***
Bediüzzaman’ın tasnifiyle, iman hakikatlerine muhtaç olanlara dinî nasihat etmek bir “nur gösterme” faaliyetidir. Ama bu “gösterme” mecburi yön gösterme biçiminde olmamalı. “Sağ yolun yolcusu, sol yolun yolcusu…” kalıplarında olduğu gibi alternatifleri gösterme (irae) biçiminde olmalı ki “Din tekliftir” kuralına uygun olmuş olsun.
Devletin kuvvetini kullanarak insanları günahlardan çekindirmeye çalışmak ise yine Risalelerdeki adlandırmasıyla sopa-topuz tutmak ve vurmaktır. Suç sayılan günahları cezalandırmak maksadıyla ve devlet eliyle birileri bunu yapıyor ve yapacak, ama bu “nasihatçılık” yani “nurculuk” değil.
Zaten bu ikisi birbirine zıttır. Aynı elde hem nur, hem topuzu tutmak risklidir. Muhataplara, “Bunun amacı bana nur ve yol göstermek mi yoksa nurla kandırıp kendi yanına çekip ardından topuzla vurmak mı?” dedirtir.
Gündüz topuzcu olan, meselâ polis ya da savcı olan bir devlet memurunun akşam nurcu ve nasihatçi olması mümkün müdür? Elbette. Yeter ki iki statüsünü birbirine karıştırmasın.
“Devletin şeklen olduğu her yerde mutlaka topuz vardır” demek mümkün müdür?
Meselâ bir din dersi öğretmeninin dersindeki nasihati elbette gereklidir ve sadece müfredatın aktarılmasıyla sınırlı kalması şart değildir. Ama sınıfta, “burada devlet benim” havasına girerek, öğrencilere “tek doğru cemaat bizim cemaat” diyen bir öğretmen dine ve cemaatine fayda mı verir zarar mı?
Ya da bir matematik öğretmeninin, sınıfta, derste, matematiğin mantığı ile Allah’ı ispat etmesi ve öğrencileri inanmaya davet etmesi elbette mümkündür ve faydalıdır, ama bunu öğretmen kendi sübjektif kanaati olarak değil bilimin diliyle söylemeli. Bediüzzaman’ın “Muallimleri değil, anlattıkları fenleri dinleyin, o dersler aslında size iman dersidir” tavsiyesi mühimdir.
Meselâ bir tabibin ya da hemşirenin, ümide ve recaya (ricaya), teselliye ve nasihate ihtiyacını gördüğü bir hastaya ya da hasta yakınına, “Biz elimizden geleni yapıyoruz, ama dünya kalıcı değil, merak etme, ahiret var, dostlarınla orada buluşacaksın” demesi topuzculuk değildir.
***
Aslında mesele net: Vicdan hürriyeti ve devletin cemaat ve tarikatlar karşısında tarafsızlığı meselesi. Buna birileri “laiklik işte budur” derse desin. Prensipte anlaşalım da adı ne olursa olsun.
Nitekim son yıllarda artan biçimde, bazı bakanlıkların ya da üniversitelerin, bazı tarikatların ya da cemaatlerin “kontrolüne girdiği” şeklindeki haber ve dedikoduları duyup okuyoruz.
Ülkücülerin üniversitesi, solcuların üniversitesi, şucuların ya da bucuların üniversitesi gibi adlandırmalara sebep olan her eylem her şeyden önce üniversite fikrine yabancıdır. Üniversite üniversaldır, üniversalistir, evrensellik hedefine yürümektir. Dar kalıplar, cemaatçilikler ve hizipçilikler üniversite fikrine zıttır.
“Ele geçirdiği” bir kadro ya da pozisyon yardımıyla, adeta ofsayttan gol atmaya çalışarak ve bilhassa naehillere kadro ve statü dağıtarak dine hizmet ettiğini zanneden liyakatsizlerin dine faydadan çok zarar verdiği ve insanları dinden soğuttuğu açık.
“Sohbet ehli” ama acemi çok lise ve üniversite hocası, bunu bilen ve “hocam beni de sohbete götür” diyen notperest öğrencisinin bu tuzağına düşmüştür. O hocalar o öğrencilerinin dersten geçtikten sonra sohbetten de vaz geçtiğini görmüş ve uyanmış olmalı.
Bu tür yanlışları görüp deşifre eden muhalif siyasetçileri dinsizlikle itham etmek hatanın katmerlisidir. Yanlışa “yanlıştır” demek hepimizin görevi olmalı.