Bu iki kavram zaman zaman birbirinin yerine ya da birbiriyle doğrudan ilişkili imiş gibi kullanılır, ama öyle değil.
Bildiğim kadarını kısaca açıklayayım, karar vermek size kalmış.
Federasyon sistemi de denilen eyalet sisteminde, bir ana devletin çatısı altında birden çok yavru devletçikler bulunur. (Aynen, bir holding şirketin çatısı altındaki çok sayıda yavru şirket gibi.).
Bu sistemde, federal devletin ve federe devletlerin her birinin, yasama, yürütme ve yargı denilen üç kuvveti vardır. Bu üç kuvvet coğrafî olarak iç içe geçmiştir. Şöyle:
Bir yandan her eyaletin kendi parlamentosu, kendi hükümeti (ve polis gücü) ve kendi kanunları (ve yargı nizamı) bulunur. Öte yandan federal devletin de yasaması, yürütmesi ve yargısı vardır.
Yerel devletlerin yasama, yürütme ve yargı güçleri, federal devletin bu üç paralel kuvvetinin devrettiği yetkiyle sınırlıdır.
Üniter devlette ise yasama ve yargı yetkisi tektir. Yürütme yetkisi ya tektir ya da mahallî idarelerle paylaşılır. İşte bu aşamada ve bilhassa üniter devlet için ikinci kavram devreye girer: Adem-i merkeziyet.
Federasyon bazen ana devletin federe devletlere bölünmesi ile ortaya çıkar. Bu halde ana devlet kendi yetkilerinin bir kısmını yerel devletlere devreder.
Bazen de bağımsız küçük devletler birleşip bir federasyon oluştururlar. Bu halde de bağımsız devletçikler kendi yetkilerinin bir kısmını ana devlete devretmiş olurlar.
Her iki halde de federe devletlerin yetkisinin sınırını federal devlet çizer.
Adem-i merkeziyete gelince;
Önce şunu söyleyelim: “Adem-i merkez” merkezin yokluğu demektir. Merkezi olmayan devlet olmaz.
Adem-i merkeziyet ise “merkeziyetçi anlayış”ın yokluğu demektir.
Bunun zıddı olan merkeziyetçi anlayışta yürütme organına ait olan bütün yetki tek merkezde toplanır.
Merkeziyetçi anlayış daha çok üniter devlete yakışır. Ama federal veya federe devletlerde de görülebilir.
Bu sistem daima kötü müdür? Hayır.
Şöyle ki; merkeziyetçi yönetim tarzında da kanun hakimiyetinin ve kuvvetler ayrılığının uygulanması ve dolayısıyla hukuk devleti olmanın asgarî şartına sahip olunması zor da olsa mümkündür. Ancak bu devlet tipinde demokrasi, sadece merkezî hükümeti seçip denetleyecek olan merkezî meclisi seçmeye inhisar eder. Dolayısıyla bu sistemde demokrasi yerelleşmez, katılımcı demokrasi yerleşmez, gelişmez.
Adem-i merkeziyetçi devletlerde ise yerel demokrasi işler. Bütün ülkeye yaygın ve tek merkezden yönetilen merkezî hükümetten başka, bir de, mahallî ihtiyaçlara cevap veren mahallî yönetimler vardır.
Mahallî yönetimlerin gücü oranında adem-i merkeziyet güçlenir.
Ülkemizdeki kültürel haklar meselesi, yüz yıl önce federasyon ile çözülemezdi. Bu gün hiç çözülemez. Zira federasyon coğrafî bölünmeyi ve bölgelere farklı haklar vermeyi gerektirir. Oysa kültürel haklar meselesi, bilhassa büyük şehirlere göçler dolayısıyla, artık, bölgelerle ve coğrafya ile sınırlı değildir.
Kültürel hakların garanti edilmesinin ve geliştirilmesinin yolu üniter devletten vazgeçmek değil, tektipleştirici ve asimile edici bir devlet tipi olan ulus devletten—olabildiğince—vazgeçmektir.
Demokrasiyi geliştirmenin yolu da, aynı şekilde, federasyona geçmek değil, idarî adem-i merkeziyeti geliştirmektir.
Ülkelerin coğrafî sınırları fıtrîdir, siyasî sınırları ise gayrıtabiîdir. Bir ülkeyi eyaletlere bölerek, zaten var olan ve kolay anlamlandırılamayan siyasî sınırlara bir yenisini daha ilâve etmek, kimseye fayda vermez.