PeKaKe’nin Türkiye açısından kendisini feshetmesi ve ardından sembolik silâh yakma seremonisi sonrasında iktidar cenahı “Erdoğan’dan büyük sürprizler” nevinden manşetlerle kamuoyunu “dağ”a hazırladı. Ama dağın ardından “fare” doğdu.
Zira geçen Cumartesi sabahı AKMHP cumhurunun başkanı Erdoğan beklentileri karşılamayan bir açıklama ile yetindi.
Bir saat konuştu, ama hemen hemen hiçbir şey söylememeyi başardı.
Özeti şu: Af yok, laf çok …
Konuşmada “hukuk devletine dönüş”ün, değil işareti, emaresi dahi yoktu.
Erdoğan’ın CHP’yi bu siyasî çözümün dışında görüp gösterdiği ve dışında tuttuğu açıktı.
Esasen, “yeni düşman ve yeni terörist ihtiyacı”nın CHP’li belediyelere yargı eliyle çekilen siyasî operasyonla giderildiği bir süreçte Özgür Özel’i Ankara’ya hapsetme arzusunun bir karşılığı yok ve olmayacağı belli.
“DEM Parti çözümün ortağıdır” denildi, ama aslında kast edilen, “DEM Parti Cumhur İttifakının yanında ve içinde olmalıdır” idi.
DEM Parti ise haklı olarak “O iş öyle siz dediniz diye olmaz” tavrını sürdürüyor ve belli ki sürdürecek.
DEM Parti seçmeninin, kolaylıkla yüzü AKMHP’ye döndürülebilecek bir seçmen olmadığı da açık.
Mecliste kurulacak komisyonun gerçekten işi sahiplenecek ve çözüm üretecek bir komisyon olmasını herkes ister ve istiyor.
Ama yine o herkes, o Komisyonun “devlet”in talimatını onaylayacak bir “güya komisyon” olarak kurgulanmasından çekiniyor.
Zira AKMHP’nin yaptıkları yapacaklarının teminatı!
Zira af işin içine girince içerideki iki tür “terörist” arasındaki fiilî farkın hukukî zeminini çizmek çok zor olacak.
Komisyonun vasıflı çoğunlukla karar alacağının duyurulması yürekleri ferahlatmaya bu sebeple yetmiyor. “Bu işin de içinde bir iş var galiba” dedirten bir süreç işliyor.
Daha da önemlisi, muhalefetin ve CHP’nin “bu komisyonun bir ‘Anayasa değişikliği kotarma Komisyonu’na dönmesini asla istemiyoruz” demesi haklı bir tereddüde de işaret ediyor. Erdoğan’ın seçmenden bir dönem daha vize istemesi ve MHP’nin de buna çanak tutması kendi açılarından siyaseten doğru bir istek olabilir.
Ama bunlar, süreç başarılı olmuş görünse dahi, milletin ve memleketin, kendi istikbali açısından, AKMHP’ye bir dönem daha tahammül etmesi için yeterli bir sebep değil. “Türkiye’den çekilen PKK’ya adalet tamam da ya diğer adaletsizlikler” diyenler çoğunlukta.
Hele Erdoğan’ın açıklamasındaki Türk, Kürt ve Arap vurgusu, başka türlü bir milliyetçilik riskini hatırlatıyor ve bizim gibi İttihad-ı İslâm taraftarlarını haklı olarak korkutuyor.
“Erdoğan’ı eleştireyim” derken “Türkiye’ye ümmetçilik üzerinden, din siyaseti üzerinden bu coğrafyada sana hesap yaptırmayız” diyen Özgür Özel de yanılıyor ve yanıltıyor. Ortada ümmetçilik filân yok. Din siyaseti ise var.
Zira biz biliyoruz ki Kürt adı verilen unsur, Arap Fars ve Türk denilen üç büyük unsurun tam ortasındaki coğrafyaya Allah tarafından yerleştirilmiş bir “kilit taşı” hükmünde.
Kürt unsurunun birleştirici ve kaynaştırıcı özelliğinin gerçekten tezahür edebilmesi ve bölgeye kalıcı barışın gelebilmesi için İran’ın da denkleme dahil edilmesi şart.
İttihad-ı İslâm idealinin gerçek sahibi ve Kürt Coğrafyasının medar-ı iftiharı Bediüzzaman Said Nursî’nin beyanları da açık.
Ama Türkiye’de ve bölgede estirilen “Sünnî İslâm” rüzgârı, tehlikeli bir din milliyetçiliğinin diğer bir tezahüründen başka bir şey değil ve olamaz. Barış ve kardeşliği gerçekten isteyen herkese önce şunu anlatmamız lâzım:
Bediüzzaman ve fikriyatı bu işin neresinde?