Geçen hafta sonu Ankara’nın Çamlıdere ilçesinde düzenlenen 45. Geleneksel Aluçdağlı Yağlı Güreşleri Festivali’ne katılan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Muhsin Şentürk davet edildiği sahnede neredeyse bir siyasetçi gibi konuşmuştu.
Son kısmı şöyle:
“İnşallah bu yüzyıl, önümüzdeki yüzyıl Türkiye Yüzyılı olacak. Bundan eminim. Bu organizasyonları gerçekleştiren, burada emeği geçen kıymetli Belediye Başkanı Adem Ceylan Bey’e, Sayın Kaymakamımız Soner Erol Bey’e (biraz durup, bu teşekkürü nasıl söyleyeceğini düşünüp devam ederek-A.B.) Ankara’nın yiğit evlâdı, gıyabında söylüyorum, Mansur Yavaş Başkanımıza ve emeği geçen herkese ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Sizler de buraya geldiğiniz için, bizleri dinlediğiniz için hepinizi saygıyla, sevgiyle, hürmetle selamlıyorum. Allah’a emanet olun diyorum.”
Sanki konuşmanın tek kusuru buymuş gibi, Mansur Yavaş’a da teşekkür etmesi medyada ve bilhassa Ankara bürokrasisinde eleştirilmiş.
Başsavcı şu sözlerle kendisini savunmuş:
“Konuşmam bir hemşehrilik ve birlik mesajıydı. Çamlıdere’de doğmuş bir hemşehrim olarak Mansur Bey’e, festivalimize katkılarından dolayı teşekkür ettim. Bu sözlerin siyasallaştırılması son derece yanlış.”
Biz konuşmanın tümünü ve hatta başsavcının böyle bir toplantıya iştirakini, bir sistem tahlili bağlamında eleştireceğiz:
***
Son dönemde yargı mensuplarının protokol merakını gösteren, başta adliyelerdeki “protokol kapıları” olmak üzere birçok kötü örneği zaman zaman yazdık ve eleştirdik.
Bu olay da aslında kötü bir protokol merakından kaynaklanıyor.
Bir yüksek yargı mensubunun, bir hafta sonu, siyasî nitelik de taşımayan bir hemşeri toplantısına iştirak etmesinde bir mahzur görülmeyebilir. Zira onun da sivil ilişkileri var ve olmalı.
Ama bu ilişkiler, siyasetçiler için geçerli olan “halkın arasına karışmak” ya da “halkın içinde bulunmak” biçiminde olmamalı.
Bürokratların da halkın hizmetinde olması ve bu sebeple halkın arasına karışması, iyi diyaloglar kurması gereklidir.
Ama yargı mensupları bürokrat değildir. Halkın arasına fazla karışırlarsa tarafsızlık ve bağımsızlık zedelenir.
Zira yargı mensuplarının, birilerinin birilerine “mahkemede dayım var” demesine sebep olmaması şarttır.
Malumdur: Hâkimin adil olması yetmez. Adil görünmesi de gerekir.
Üstelik Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı alelade bir ilin başsavcısı gibi bir başsavcı değildir. Yüce Divan’da yargılanacak olan devlet adamlarının iddianamelerini o düzenler. Parti kapatma davalarını o açar…
Yani görevi siyasete dairdir ve tarafsızlık ve bağımsızlık ilkesi bütün hâkimlerden ve savcılardan önce onun uyması gereken bir ilkedir.
O, bir kilitler sisteminin ilk anahtarıdır. O, bir alarmlar sisteminin son şifresidir.
Onun işi bürokrasiye karışıp alkış almak değil, bürokrasiyi izlemek ve denetlemektir.
Elbette onu da biri tayin ediyor ve –keşke öyle olmasaydı ama- bugünkü sistemde onu, siyaseten taraf durumundaki bir cumhurbaşkanı tayin ediyor.
Ama göreve başladığı andan itibaren, işi, kendisini tayin eden kişiyi de izleyip suçunu görürse yargılatmaya hazırlanmaktır.
Yüksek yargının bütün başkanlarının, siyasî kavgaların adamı olan bir cumhurbaşkanının arkasında saf olup cemaatle çay topladığı bir memlekette bir Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının “Türkiye Yüzyılı Siyaseti”nin reklamını yapması da Mansur Başkan’a selâm çakması da garip sayılmaz.
Ama aslında gariptir. Hem de pek garip.
Bu coğrafyadaki bu Ankaraları bitirmek ne zaman nasip olacak acaba?