"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İstişare ile tevekkül arasındaki esrarlı bağ

Ahmet BATTAL
14 Haziran 2014, Cumartesi
İstişare tarih boyunca iki türlü olmuş: Biri “görüş alıcı meşveret” ve diğeri de “karar verici meşveret”.
Görüş alıcı meşveret; karar konusunda yetki sahibinin, kararı vermeden önce kendince uygun bulduğu doğru kişilere (danışmanlar heyetine) karara konu husus hakkında danışması ve sonuçta kararı bizzat kendisinin vermesidir.
Karar verici meşveret ise meşveret eden kişilerin karara dönüşecek teklifleri müzakere ettikten sonra oylamaları ve sonuçta kararı da birlikte almalarıdır.
Bu tür meşverette, müzakere sonucunda oybirliği sağlanamamışsa ve oybirliğini sağlayıncaya kadar –ilânihaye- müzakere yapma imkânı da yoksa, karar alabilmek için, oy çokluğu da yeterli olacaktır.
İslâm tarihinde Hz. Peygamber (asm) ve dört Halife devrinden sonra, hilâfetin saltanata dönmesinin de sonucu olarak, ikinci tür istişare gittikçe unutulmuş, birinci tür şûrâ yeterli görülmüştür.
Nihayet son yüz elli senedir İslâm dünyası meşrûtiyet, demokrasi ve cumhuriyet ile yeniden tanışarak “karar verici meşvereti” de yeniden öğrenmeye başlamıştır.
İki tür istişare arasındaki fark nedir?
Kararı birlikte alanların kararı sahiplenmesi ile karar alınırken sadece görüşüne başvurulanların kararı sahiplenmesi yönünden bakalım.
Bu iki grup arasında fark var mıdır?
Elbette vardır.
Kararı birlikte alanların herbiri kararın sahibidir, icracısıdır. Dolayısıyla kararın menfi veya müsbet bütün neticelerinin de sahibidir. Kolaylıkla “banane” diyemezler.
Oysa karar alınırken reyine değil sadece bilgisine ve fikrine başvurulan kişiler, konunun uzmanı da olsalar, karara katılmış değildirler. Kararın neticelerine de sahip çıkmaları beklenmez. Bu gerekmez de. Kolaylıkla “kararın sonucu beni ilgilendirmez” diyebilirler.
Birinci meşveret yöntemi nemelâzımcılığa sebep olur.
Nemelâzımcılık ise doğru tevekkülün yerine geçen bir davranıştır.
İkinci meşveret yönteminde elbirliği geçerlidir yani hem kararı ve süreci ve hem de sonucu sahiplenme vardır.
Bu yazdıklarımızın galiba Kur’ân-ı Kerîm’de de kaynağı var. Şöyle:
Meşveret ve şûrâyı emreden iki Âyet-i Kerimeden biri Âl-i İmran Sûresinin 159. âyeti.
Bu âyetin son kısmı meallerde genellikle şöyle verilmiş:
“İşlerinde onlarla istişare et. Kararını verdiğinde de yalnız Allah’a dayan. Çünkü Allah kendisine tevekkül edenleri sever.”
Bu emir elbette sadece Hz. Peygambere (asm)  yönelik değil. Bize de emir.
Dikkat edilirse burada, aslında birbiriyle sıkı biçimde bağlantılı olan iki mühim kavram birlikte kullanılmış: İstişare ve tevekkül. Ya da tedbir ve tevekkül.
Kararın “neticesini” Allah’a bırakmak ile kararın ifasını birbirine havale etmek arasındaki fark mühim.
Tevekkül, burada, kararın gereği olarak yapılması gereken işi hakkıyla yapmak, ama yapılan işin neticesini Allah’a bırakmak ve O’ndan beklemek olarak tarif edilebilir. Sorumluluk üstlenmeyi sağlayan bu tevekkül doğru tevekküldür.
Yanlış tevekkül ise “kararın sonucunu kararı veren düşünsün, kararı ben vermedim ya, ben sadece soruya cevap babında bildiğimi söyledim, neticeden bana ne, sorumluluğum yok, ben işime bakarım” demektir.
İslâm dünyasındaki bin yıllık taklit döneminin sebebi acaba bu yanlış meşveret ve yanlış tevekkül olabilir mi?
İstişare ve tevekkül kavramlarının bir âyet içinde bu şekilde yakınlaşmasının bazı neticeleri ortaya çıktı galiba. Doğru mu?
Bizim ilmimiz buraya kadar. Gerisi için bilhassa Süleyman Kösmene gibi uzmanlara gidelim, yani “ehline müracaat” edelim.
Çalışsınlar, bize de anlatsınlar, öğrenelim.
Okunma Sayısı: 3363
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Garib Doğu

    14.6.2014 10:55:00

    İki çeşit meşveretin olduğunun tesbiti ilginç.Görüç alıcı meşveret ve Karar alıcı meşveret.Ahmet Hocam,’’İslâm dünyasındaki bin yıllık taklit döneminin sebebi acaba bu yanlış meşveret ve yanlış tevekkül olabbilir mi diye sormuş.Evet olabilir.Çünkü bin yıllık taklit döneminde yapılan fahiş hatalar bunun isbatıdır.Ayrıca Risale-i Nur’un biriken bin yıllık tahribatı tamir işi ile de meseleyi irtibatlandırmak yanlış olmaz diye düşünüyorum.Eğer karar alıcı meşveret sistemi hakim olsaydı,İmam-ı Azam gibi bir adalet dâhisi zindanlarda şehit olurmuy du?Ahmed Bin Hanbel gibi bir kahraman imam işkencelere tabi tutulur muydu?Allahualem, Fahri Alemin(a.s.v)Üstadımıza; ümmetime soru sorma diye ferman etmesinin bir sırrı sorgulamanın vahim neticeler doğuracağındandır diye düşünüyorum.Son derece önemli ve pek fark edilemeyen bir konuyu işlediğiniz sizleri tebrik ediyorum.Bugün hem cemaati ve hemde siyasi alanda çektiğimiz sıkıntıların,keşmekeşliklerin temelinde bu görüş alıcı tarzın tesiri büyük...

  • Halil Doğan

    14.6.2014 09:38:00

    Ahmet Hocam, İslâm dünyasındaki bin yıllık taklit döneminin sebebi acaba bu yanlış meşveret ve yanlış tevekkül olabilir mi? cümlenizde bahsettiğiniz tevekkül yanlışlığını anladım da meşveretnin yanlışlığını anlamadım. Benim bildiğim iki meşveret yolu da doğrudur.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı