Siyasî tavrımızı veya tercihimizi beğenmeyen ve Risale-i Nur’un siyasete bakışını da tam bilmeyen bazı okuyucular, bizi, Bediüzzaman’ın “siyasetten uzak durma” tavsiyesini tutmamak ve siyaset yapmakla itham ediyorlar.
Biz de bunlara karşılık geçen hafta “Hava siyasetli” başlıklı yazımızda siyaset yapmanın türlerini ve basamaklarını anlattık. Hangi tür siyasî tavırdan neden uzak durmak gerektiğini, hangisinden ise kaçmaya gerek olmadığını yazdık.
Öyle görünüyor ki bilhassa sosyal medyadaki okuyucularımız için fevkalâde faydalı olmuş. Okuyan, “hah işte budur” diyor ya da en azından susuyor. Okumayanlara da okutuyoruz ve onların da sesleri kesiliyor.
Bu yazışmalarımızdan birinde bir izleyicimiz, “sorularlarisale” web sitesindeki bir yazıyı paylaştı ve okumamızı istedi.
İnceledik, genel olarak mutabık kaldığımızı gördük. İstifade de ettik.
Ancak yazının sonundaki bazı cümleler dikkatimizi çekti ve site yöneticilerini huzurunuzda bilgilendirmek gerektiğini düşündük.
Yazıda, Bediüzzaman’ın siyasete “girmek” yani aktif siyaset yapmak isteyenlere yönelik tavsiyesi hususunda önce Emirdağ Lâhikasındaki şu metin aynen verilmiş:
“Siyaset hesabına değil; belki Nurların intişarı ve maslahatı hesabına bazı kardeşler; Nurlar namına değil, belki kendi şahısları namına girebilir.”
Sonra bu cümlenin açıklaması şöyle yapılmış:
“Demek ki, siyasete menfaat ve ikbal gibi süflî gayeler için girilmeyecektir. Önemli bir nokta: ‘Nurların maslahatı namına’ siyasete girmek başka, ‘Nurlar namına’ girmek daha başkadır. Birincisi bir niyet meselesidir.
“İkincisinde ise, siyasete giren şahıs Nur Talebelerinin desteğini arkasında görmek ister. Nurların ‘her cereyanın fevkinde bulunması ve umumun malı olması’, Nur Talebelerini bir siyasî partinin yan kuruluşu gibi çalışmaktan men eder.
“Bu nokta dikkate alınmadığında, kırgınlıklar, nazlanmalar, ihtilâflar çıkabilir. Bunun Nur hizmetine vereceği zarar mutlak, siyasetin getireceği menfaat ise tahminî ve hayalîdir.
“Bu sebeple, şahıslar siyasete ancak kendi namlarına girebilirler, ama Nur Talebelerinden kayıtsız şartsız destek bekleme gibi bir ruh haletine girmekten de şiddetle kaçınırlar.”
Açıklamadaki diğer bazı hususları da tartışabiliriz, ama bizim dikkat çekmek istediğimiz küçük çelişki ve net hata şu:
Bediüzzaman, özetle, “siyasete girmek isteyen ‘şahsı namına’ girsin, Nurların hizmeti ve ‘maslahatı hesabına’ iş görsün” diyor. Açıklamada ise “maslahatı namına” denilmiş.
Bu açıklama, “namına” ve “hesabına” kelimelerinin özel manasını ve aralarındaki farkı bilmemekten kaynaklanmış olabilir. Fark şuradadır:
Temsil -hukukta da- iki türlüdür:
1. Doğrudan temsil, yani başkası namına ve elbette o başkası hesabına temsil. Bu temsil türünde muhataplar hesabı temsil edenden değil edilenden sorarlar.
2. Dolaylı temsil, yani kendi namına, ama başkası hesabına temsil. Bu temsil türünde ise muhataplar hesabı temsil edenden sorarlar, temsil olunan mahfuz kalır.
İşte Bediüzzaman bu farkı bildiği için “namına” ve “hesabına” kelimelerini birbirinin yerine kullanmıyor. Onu konuştururken biz de kullanmamalıyız.