Kâinatın Efendisi Peygamberimizin (asm) büyük mu’cizelerinden olan Mi’rac mu’cizesini Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur yoluyla Otuz Birinci Söz başlığı altında mükemmel bir Risale ile çağımıza takdim etmiştir.
Böylesine müşkül ve akılların zorlandığı bir meseleyi akıl ve fehme yakınlaştırarak ispat eden Üstad Bediüzzaman Hazretleri, “Mi’rac meselesi, erkân-ı imaniyenin usûlünden sonra terettüp eden bir neticedir ve erkân-ı imaniyenin nurlarından medet alan bir nurdur” diyerek, Mi’racın imanın rükünlerine bağlı olduğunu dolayısıyla, Mi’raca imanın da zarurî olduğu hakikatini belirtmiştir. Mi’rac Risalesi’nin te’lifinin hikmetlerinden birisi de budur. “Hakikat-ı Mi’rac, Zat-ı Ahmediyenin (asm) meratib-i kemalâtta seyr-ü sülukundan ibarettir.”
“Mi’racın hikmeti o kadar yüksektir ki, fikr-i beşer ulaşamıyor; o kadar derindir ki, ona yetişemiyor; o kadar incedir lâtiftir ki, akıl kendi başıyla göremiyor. Fakat bazı işaretlerle hakikatleri bilinmese de, vücutları bildirilebilir” diyen Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bu meseleyi de muğlak bırakmayarak, en vazıh ve anlaşılır bir tarzda evvelâ, “istib’ad ile vesveseye düşen bir mü’mini muhatap ittihaz ederek; ara sıra da makam-ı istimada olan mülhidi nazara alarak” izah ve ispat etmiştir. Tıpkı Kader, Haşir, Ruh ve Tevhid meseleleri gibi.
Mi’rac Risalesi, mü’minlerin imanlarını takviye ve tahkim, imanı olmayanları da imana getiren ya da imanı kazandıran cihanşümul bir Risaledir. “Bütün evliyanın sultanı olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm; değil yalnız kalbi ve ruhu ile belki hem cismiyle, hem havassıyla, hem letaifiyle, kırk seneye mukabil kırk dakikada, velâyetinin keramet-i kübrası olan Mi’racı ile bir cadde-i kübra açarak, hakaik-i imaniyenin en yüksek mertebelerine gitmiş, Mi’rac merdiveniyle Arş’a çıkmış, ‘Kab-ı Kavseyn’ makamında, hakaik-i imaniyenin en büyüğü olan İman-ı Billah ve İman-ı Bil’âhireti aynelyakîn gözüyle müşahede etmiş, Cennet’e girmiş, saadet-i ebediyeyi görmüş, o Mi’racın kapısıyla açtığı cadde-i kübrayı açık bırakmış, bütün evliya-yı ümmeti seyr ü sülûk ile derecelerine göre, ruhanî ve kalbî bir tarzda o Mi’racın gölgesi içinde gidiyorlar.”
Mi’racın sırr-ı lüzumu, hakikati ve hikmetiyle beraber beş yüzden fazla meyvesi olduğunu belirten Üstad Bediüzzaman Hazretleri, numune olarak adeta beş yüz meyveyi içine alan beş meyvesini Peygamber Efendimizin (asm) müjdesi olarak bizlere ulaştırmıştır. Paha biçilmez kıymete haiz olan bu beş meyve kısa ve özet olarak şöylece sıralanmaktadır: Birinci Meyve: Erkan-ı İmaniyenin hakikatleri. İkinci Meyve: İslâmiyetin başta namaz olarak esasatı. Üçüncü Meyve: Saadet-i Ebediyenin definesi. Dördüncü Meyve: Rü’yet-i Cemalullah yani Allah’ı görmek. Beşinci Meyve: İnsanın kâinatın kıymettar bir meyvesi ve Sani-i kâinatın nazdar sevgilisi olduğu, Mi’rac ile anlaşılmış.
Evet, insan, insanlığını kâinatın efendisi Peygamberimize (asm) borçludur. Çünkü insanın en büyük iki gafleti olan mahiyeti ve akıbetinden habersiz yaşamasıdır. Bu büyük gafletler Mi’rac ile izale edilmiştir. Mi’racla gelen müjde, “Küçük bir mahlûk, zayıf bir hayvan ve âciz bir zişuur olan insanı, o kadar yüksek bir makama çıkarır ki: Kâinatın bütün mevcudatı üstünde bir makam-ı fahr veriyor.” “Sultan-ı Ezel ve ebedin bir muhatabı, bir abd-i hassı ve Cennet-i bakiyesine namzet bir misafir-i azizi suret-i hakikisinde göstermiş. İnsan olan bütün insanlara, nihayetsiz bir sürur, hadsiz bir şevk vermiştir.”
Netice olarak: “Zât-ı Ahmediye (asm) öyle bir Zât-ı Zülcelal’in şuunatını ve acaib-i san’atını ve âlem-i bekada hazain-i rahmetini görmüş, gelmiş, beşere söylemiş. İşte beşer, bu zâtı kemal-i merak ve hayret ve muhabbetle dinlemezse, ne kadar hilâf-ı akıl ve hikmetle hareket ettiğini anlarsın.”