"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Şeker, şükür, şirk

Ahmet UÇAR
06 Haziran 2020, Cumartesi 01:03
Şeker ve şükür Osmanlıca yazılışları aynı olan iki kelime.

Yâni Osmanlıca bu kelimeye bakan biri şükür olarak da şeker olarak da okuyabilir. Bence bayram kelimesinin öncesine Farsça kökenli şeker değil, Arapça kökenli şükür daha çok yakışıyor. Ramazan Bayramı’nın diğer adının sağlık ve âfiyetle geçirilen bir Ramazan orucunun sonunda “şükür etmek” ve minnettarlığı ifâde etmek maksadıyla “Şükür Bayramı” olması gerekirken ibâdet, nimet gibi bizi Rabbimize intikal ettiren kavramlardan uzaklaştırıp lezzet, zevk, haz, nefsin hürriyetine kavuşması gibi nefsânî kavramları çağrıştıran “Şeker Bayramı” şeklinde isimlendirilmesi doğru değildir.

İktisat Risalesi’nde ifâde edildiği gibi Rabb-i Rahîmimiz şu kâinat sarayında biz misafirlerine emâneten verdiği maddî mânevî cihâzât için nice sofralar kurmuş. Bu sofraları hadsiz rızıklarla donatmış. Maddî sofralardaki rızıklar için kuvve-i zâikamızı bir kapıcı hükmünde yaratmış. Vazîfesini de cesed sarayının idârecisi konumunda olan mideye gelen hediyeleri kontrol etmek olarak tâyin etmiş. Cesedin beslenmesi için gelen hediyelerin yanında kapıcıya bahşiş olarak verilen bir tat bir lezzet var. Bu bahşişin miktarının artması kapıcıyı gururlandırıp, baştan çıkarıp, vazifesini unutturup fazla bahşiş verenlerin içeriye alınmalarına sebep olabilir.

Yâni mideye gelen hediye yüz liralık iken kapıcıya en fazla beş liralık bahşiş verilmesi münasip. Bu bahşiş bin liraya çıkarsa kuvve-i zâika kendini kapıcı değil efendi gibi hissetmeye ve şımarıp fazla bahşiş yâni lezzet verenleri içeriye almaya başlayacaktır. Bu insanın maddî hayatı açısından nice hastalıkları berâberinde getireceği gibi mânevî hayatı için de çok tehlikelidir.

Rabbimiz dilimizin kontrol vazifesini yaparken ona tatlı, tuzlu, ekşi ve acı olmak üzere dört çeşit tadı veya bahşişi alabilmesini sağlamış. Bu bahşişler içerisinde ise tatlı olan bahşişlerin yeri çok ayrı. Kuvve-i zâikamızı asıl baştan çıkaran ve kendini efendi gibi hissetmesine yol açanlar tatlı veya şekerli olan hediyeler. O yüzden İktisat Risalesi’nde peynir ve baklava kıyaslaması yapılıyor. Bu iki hediye mide ve ceset açısından yüz lira kıymetinde iken peynir beş liralık baklava ise bin liralık bir bahşiş vererek içeriye girmek istiyor.

İşte fazla bahşiş veren herkesi içeriye alan bir kuvve-i zâika sahibi gerçek bir iştah ile değil yiyeceklerin farklılaşmasından kaynaklanan yalancı bir iştah ile yemeye başlıyor. Hatta önceki yenilenler henüz hazmedilmeden sadece yeni tatları almak için yeniden yiyor ve pek çok hastalıklara dâvetiye çıkartıyor. Çünkü İbn-i Sina şifanın hazımda olduğunu ifâde etmiş. Üst üste doldurulan yiyecekler sağlıklı biçimde hazmedilemediği için ceset için şifa değil maraz oluyor. Gıdalarımız ilâçlarımız değil, ilâçlar gıdalarımız olmaya başlıyor.

Maddî zararları bir tarafa kuvve-i zâikanın baştan çıkması mânevî hayatımızı da zedeliyor. En fazla bahşiş veren şekerli gıdaları yemeye düşkünlük ile insan haz, lezzet ve tadın müptelâsı oluyor. Dünyada yalnızca daha fazla zevk elde etmek için yaşamaya başlıyor. “İnsanın nefsi, yemek içmek hususunda keyfemayeşa hareket ettikçe, hem şahsın maddî hayatınatıbben zarar verdiği gibi; hem helâl haram demeyip rast gelen şeye saldırmak, âdeta manevî hayatını da zehirler. Daha kalbe ve ruha itaat etmek, o nefse güç gelir. Serkeşane dizginini eline alır. Daha insan ona binemez, o insana biner.” Nitekim Hedonizm veya Hazcılık denilen felsefî akımın savunucuları işte tam da bunu söylüyorlar: Hayatın amacı haz almaktır. İnsanın amacı da hayattan aldığı hazzı en yükseğe çıkartmaktır. İnsan hayatını dünyadan daha fazla zevk ve lezzet alabilecek şekilde planlamalıdır, diyorlar.

İnsanı en fazla şükre sevk etmesi gereken şeyler şekerli, tatlı, nefsin hoşuna giden şeyler. Nîmetlere karşı şükür her canlıda fıtraten dercedilmiş. “Rızka iştihâ ve iştiyâk, bir nevi‘ şükr-ü fıtrîdir. Ve telezzüz ve zevk dahi gayr-i şuûrî bir şükürdür ki, bütün hayvanâtta bu şükür vardır. Yalnız insan, dalâlet ve küfür ile o fıtrî şükrün mâhiyetini değiştiriyor. Şükürden şirke gidiyor.”

Nimetleri doğrudan doğruya Allah’tan bilmeyen, nimetlerin kıymetini takdir etmeyen ve nimetlere ihtiyâcını hissetmeyen insan teşekkür etmeyip o kıymettâr nîmetleri sebeplere vererek küfrân-ı nîmet ediyor. 

Tablacı hükmündeki insanlara verdiği fiyatı o nimetin tek fiyatı olarak görerek nimetten Mün’ime intikal etmiyor. O nimetleri zâhirî mün’imlerden bilerek şükür yerine şirke düşüyor.

Rabbim şükrümüzü ziyâdeleştirmeyi nasîbeylesin. Şükrü ziyadeleştikçe Rabbimin kendisine olan nimeti ziyadeleşenlerden eylesin. Rabbim şekerden küfrân-ı nimet ederek şirke düşenlerden değil, şükre intikal edenlerden eylesin.

Okunma Sayısı: 2905
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı