"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Taşlar Tûr olmadan

Ahmet UÇAR
24 Mart 2015, Salı
“Ve sağlam bir söz almak için Tûr’u üzerlerine kaldırdık.” (Nisa Suresi: 154)

Dünya misafirhane veya bir han ama yalnızca bir gecelik konmak ve göçmek için. Dünya hayatının faniliğini sürekli hatırlayanlar bu dünyada rahat ediyorlar. Hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine inananlar bu dünyada huzura eriyorlar. Allah’ın Hakim ve Rahim olduğuna samimi biçimde iman edenler saadet-i dareyne mazhar oluyorlar.

Ama bazen dünya ya ahirete iman nimetinden yoksun olmaktan ya da bu imanın gereklerini yapmamanın sonucunda kâinatı bir kâfirin gördüğü gibi görmeye başlamaktan ötürü ebedi kalınacak bir mekân gibi görünüyor gözlere. Risalelerde “tevehhüm-ü ebediyet” kavramı olarak bizlere öğretilen bu hal, insanı dünyada Cennet’i aramaya itiyor. Evet, bu zamanın en cazibedar metalarından birisi haline gelen şey; dünya hayatını güzelleştirmek olmuş. İhtiyaçların ziyadeleşmesi ise bunu pek müşkülleştirmiş. Öyle ki dünya hayatını temin uğruna farzlar terk edilir, haramlar irtikab edilir olmuş. Bir süre sonra insan içinde düştüğü bu hale ülfet duymaya veya bu halden rahatsız olmamaya başlıyor.

İşte böyle bir anda insanın başına bir musibet gelir. Kolu bacağı kırılır, günahları işleyemez veya işlemeye iştahı kalmaz. Gözü gibi baktığı arabasıyla kaza yapar, arabası tanınmaz hale gelir. Çok sevdiği ve hep seveceğini düşündüğü evladını kaybeder. Ne yapacağını bilemez insan. “Bu musibette nereden geldi, niye bana geldi, niye şimdi geldi?” şeklinde sorular sorar, cevaplar arar,  eski mutlu mesud haline dönmeye çalışır. Her şeye yeniden başlamak ister. Hiçbir şey olmamış gibi davranmak ister. 

Ama gelen musibetin bir mesajı vardır. Musibet onu çok seven Rahim olan Rabbinden gelmiştir. Onu çok seven Hakim olan Rabbinden gelmiştir. Ondan gelen her şey veya O’nun yarattığı her şey gibi o da vazifelidir. Bir mektuptur okunmayı bekleyen. Bir çobanın gayrın tarlasına tecavüz etme ihtimali olan koyunları geri çevirmek için attığı bir taş gibidir. Şefkatli bir ikazdır, “Ey kulum, bu hatandan vazgeç, bu halinin sonu küfürdür, kabir azabıdır, cehennem nârıdır.” manasında bir ihtardır.

Her musibet insana aczini hatırlatmak ister. Evet, insan aciz olarak yaratılmıştır. Gözle görülemeyen bir mikroptan koca kürelere kadar her şey ona ilişir. İktidarı hiç hükmünde bir şey olan insan, hadisatın dağlarvari dalgaları karşısında ezilmekten kendini kurtaramaz. Tâ ki Kadir olan Rabbini hatırlayıp O’nun kudretine istinad edene kadar. Her musibet, sonsuz acz içerisinde yaratılmış olan insanı, Kadir-i Rahim’in dergâhına iltica ettirmek ister. Evet, her şeyin dizginleri elinde olan bir zat ancak insanı düşmanlarının zararından emin kılabilir. O’nu bulan ve O’na itaat edeni Küre-i Arz bomba olup patlasa korkutamaz. Musibeti göndereni bildiği için, mütevekkilane mütebessim bir çehreyle karşılar. Musibete tebessüm eder, o tebessüm ettikçe musibet de küçülür, tebeddül eder.    

Dünya hayatında böyle pek çok ikazla uyarılırız şefkatli Rabbimiz tarafından. Ama bu ikazları doğru yorumlamayıp bu musibeti göndereni hatırlayamaz ve mesajını okuyamazsak ve sadece maddî esbabdan medet bekleyip musibet halini üzerimizden kaldırmaya çalışırsak büyük bir hatanın içine düşeriz. Bu gafletimizin sonucu olarak yine şefkatle başka bir musibetle ikaz olunuruz. Ama bu ikaz bir öncekinden daha büyük olur. Yine gaflet edersek bu kez daha büyük bir musibetle karşı karşıya kalırız. Ta ki uyarılarla uyanıncaya kadar. 

Bu musibet gafletimizin kalınlığı, işlediğimiz günahın büyüklüğü veya harama girme ihtimalimizin çokluğu nisbetinde büyük olur. Bazen bir çobanın koyunlarına attığı bir taş misali bazen de İsrailoğullarının üzerine kaldırılan Tur dağı misali olur. Her musibetin mesajı aynıdır. Yaptığın hatanı anla ve bu hatandan vazgeç. Günahlara ne kadar çok ülfet peyda etmişsek, ne kadar çok aşık ve müptela olmuşsak, ne kadar çok vazgeçemeyecek bir hale giriftar olmuşsak bu musibet geri dönüşümüzü kolaylaştırmak için o kadar büyür.

Aslında elest bezminde verdiğimiz söze geri dönmemiz istenir. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sualine “Evet” dediğimizi unutmamız sonucu gelen her musibet, bu sözü tekrarlamamızı ister. Her musibetle Rabbimizle olan zayıflamış irtibatımız sağlam bir söz vererek kuvvetlenir. Sağlam söz ise nasuh tövbe ile olur. Yani o günahı işlediğimizi kabullenmek ve samimi pişmanlık duymak, o günahı işlemeye sevk eden hallerden, arkadaşlardan veya yerlerden uzaklaşmak ve bir daha işlememeye samimi bir söz vermekle olur. Rabbim bizleri bu zamanın cazibedar fitnelerinden korusun, başımıza gelen musibet taşlarının mesajını birer kaya olmadan, taşlar Tur olmadan anlamayı ve Rabbimize sağlam bir sözle iltica edebilmeyi nasib etsin, tıpkı elest bezmindeki gibi. 

Okunma Sayısı: 2163
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı