"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Göz hakkı

Ahmet UÇAR
22 Aralık 2012, Cumartesi
Rabbimin görme nimetini ahirete tehir ettiği bir ağabeyimden, Zafer Ağabeyimden bir ders dinledim. Ben kitap okurken ellerimin kitabın dışına temas etmesine ve kitabı gözümle okumama bedel, onun elleri kitabın içiyle yani harflerle temas hâlindeydi ve kitabı parmaklarıyla okuyordu. Parmakları bir göz olmuş, her bir harfi okşayıp kalbe mânâlar akıtıyordu.
Lise yıllarında yüksek dereceli gözlük kullanan bir ağabeyin bu engelinden dolayı Allah’a şükrettiğine şahit olmuştum. Sebebini sorduğumda, sokakta gözlüksüz yürürken karşıdan gelenin cinsiyetini ancak birkaç metre kala fark edebildiğini ve böylece bu kusurunun gözünü haramdan korumada bir kolaylığa vesile olduğunu ifade etmişti. Günümüzde en büyük imtihanı gözümüzü haramdan koruma noktasında veriyoruz desek, hata yapmış olmayız herhâlde. Dolayısıyla, görme nimetinden mahrum ağabeylerimiz büyük bir tehlikeden, harama girme tehlikesinden mahfuz kılınmış oluyorlar. Bunun bilincinde olup Rabbine karşı en ufak bir gücenme hissetmeden “Lütfun da hoş, kahrın da hoş” veya “Hayır Allahın seçtiğindedir” diyebilmek ve sabırdan ziyade şükredebilmek ne güzel. Bu dersini dinlediğim ağabey gibi her şartta Rabbini tanıma gayreti içinde olabilmek ne büyük bahtiyarlık.
Bu ağabeyimin dersini dinlerken, görme nimetinin vefatlarından önce kendilerinden alındığı iki ağabey fikrime düştüler. Bunlardan biri Ahmet Bayram hocamdı. Kendisi medrese tahsili görmüş, çok büyük ilmi olan ve uzun yıllar vaizlik yapmış âlim ve fazıl bir zattı. Ama o, bu meziyetlerini Nurların havuzunda eritmişti, hiçbir zaman şahsî hususiyetlerini nazara vermezdi. Gözleri gördüğü sıralarda kendine has tatlı şivesiyle yaptığı derslerde Üstad’dan hep saygı, hürmet ve medihle bahsederdi. Zamanla görme nimeti kendisinden alındı. Sonra sırayla bir bacağı kesildi, böbrekleri çalışmaz oldu ve dili tekellüm etmez oldu. Ama o, imtihan şiddetlendikçe şükrünü arttırdı. Tek üzüntüsü Nurlardan dilediği zaman ve dilediği kadar okuyamamaktı. Bu açlığını, gelen ziyaretçilerin okuduklarından ve radyodan dinlediği derslerden karşılamaya çalışıyordu. Bir okuma programında rüyama misafir olmuştu, daha doğrusu ben onu ziyarete gitmiştim. Bir şehre nazır bir tepede birlikte oturuyorduk ve bana tüm ömrünün âsi nefsini terbiye edebilmek için, onunla mücadele etmekle geçtiğini söylüyordu.
Bir diğer ağabeyim ise, Seyfettin Gültekin. Hayatını Nur hizmetine vakfetmiş, nicelerinin Nurlarla tanışmasına ve Nurlara fedaî olmasına vesile olmuş bir dâvâ adamı. Onu tanıdığımda gözleri görüyordu. Sonra yavaş yavaş gözleri kapandı. O da sesli Risale-i Nur Külliyatı’ndan dinleyerek ve başkasına okutarak Nurlara olan açlığını gidermeye çalışıyordu. İnşaallah şu an bu dünyada en ziyade lezzet aldığı şeyle, yani Nurlardan okumakla meşguldür ve kıyamet kopana kadar da bu meşguliyetini devam ettirecektir. Onun o güzel sesiyle en çok okuduğu şu ilâhî, sanki onun hayat seyrini anlatıyor:
“Bunca yıldır bir hiçliğe gittim sana geliyorum.
Yeter artık döne döne, bıktım sana geliyorum.
Durdum ve düşündüm demin, baktım bu yol daha emin.
Ayrılmamaya bin yemin, ettim sana geliyorum.
Bıraktım öfkeyi kini, oldum bir rahmet ekini.
Seni sevmenin zevkini, tattım sana geliyorum.”
Evet, biz şahidiz ki sizler imtihanınızı hakkıyla verdiniz. Yaşarken Allah sevgisi ile dopdolu oldunuz. Arkada kalan bizlere de güzel bir nümune-i imtisâl oldunuz. Ve bizler şahidiz ki; bu dünyada Allah’ı sevmenin zevkine vardınız ve bu vesileyle başınıza gelen her musibete memnuniyetle razı oldunuz.
Bu iki ağabey hayattayken hep kendimi onlara borçlu hissederdim. Benim gözlerimde onların da hakkı olduğunu düşünürdüm. Şöyle ki; zekât malî bir ibadet ve daha çok mal, para veya ürün ile yerine getirilen bir ibadeti çağrıştırıyor. Ama nasıl ki oruç yalnız mideyi aç bırakmak olarak değerlendirildiğinde kâmil bir oruç olmuyor. Gözü haramdan, dili gıybetten ve zihni malayaniyattan uzak tutmak gibi tüm azalara bir nevî oruç tutturmakla oruç hakikî manasına kavuşuyor. Öyle de, zekât da tüm sermayemizden verilmekle hakikî anlamını bulur. Eğer trilyon servet bir kefeye, tek bir gözüm diğer kefeye koyulsa, göz ağır basıyorsa pek büyük bir servet sahibiyim demektir. Buna kulak, dil, burun ve akıl gibi diğer azalarımı da dâhil ettiğim zaman paha biçilmez mücevherleri üzerinde taşıyan biri olarak kendimi görsem mübalağa etmiş olmam. Elbet bu mücevherlerin de zekâtı olacaktır. İşte zekât, nasıl ki benim kazancımın içinde gönderilen fakirin hakkının hakikî sahibine iadesidir. Öyle de görenler de görme nimeti noktasında fakir olanlara gözlerinin zekâtını vermelidir. Onların yerine de okumalı, tefekkür etmeli ve gözünü haramdan sakınmalıdır. Bu düşünceyle her ne zaman nefsim gözümü harama sevk etmeye çalışsa, bu iki ağabeyi hatırlar ve gözlerimde onların da hakları olduğunu düşünüp gözümü haramdan uzak tutmaya çalışırdım.
Bu iki ağabey şimdi ahirete göçtüler. Ben ise nasıl onlar hayattayken gözlerimde onların hakkı olduğunu düşünüyorsam, vefatlarından sonra da aynı düşünceyi taşıyorum. Çünkü İhlas Risalesi’nin haşiyesinde, vefat eden bir Nur talebesinin günah cihetinde vefat ettiği, ama sevap cihetinde yaşadığı ifade ediliyor. Samimî bir ittifakla her bir ferdin kardeşlerinin gözüyle de bakabileceği ve kulaklarıyla da işitebileceği hatırlatılıyor. Dolayısıyla Nur talebeleri arasındaki ihlâs, uhuvvet ve tesanüdle kurulan manevî şirket sırrıyla, bir talebe vefat etse dahi kardeşleri adedince gözleri olduğunu bilir ve şükreder. Kendi gözleri ibadete kapanmıştır ama gözleri hâlâ açık olan kardeşleri ona sevap göndermeye devam etmektedir. İşte bu düstur iktizasınca ben yine gözlerimin tasarrufunda bu ağabeylerimin de hakkı olduğunu düşünerek ve kabirlerinde benim gözlerimle daha doğrusu onlarla ortak gözlerimizle yapacağım ibadetlere muntazır olduklarını bilerek, dikkatli olmam gerektiğini düşünüyorum.
Aynı zamanda “Birimiz dünyada, birimiz ahirette, birimiz şarkta, birimiz garbda, birimiz şimalde, birimiz cenubda olsak; biz yine birbirimizle beraberiz” sırrıyla bu ağabeylerimle irtibatımın bitmediğini biliyorum. Gözlerimde hakları olan bu ağabeylerimi tahattur etmek bana; hazer edip dikkatle bakmak, gözümü Sâni-i Basîr'ine satıp O’nun hesabına ve izni dairesinde çalıştırmak ve gözümü âdi bir kavvat derekesine inmekten muhafaza edip kâinat kitabının seyircisi, mütalaacısı ve mübarek bir arısı derecesine çıkarmak noktasında azim bir şevk veriyor.
Okunma Sayısı: 2323
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı