İnsan olarak en önemli vasfımız hür irademizdir. Bu, bize verilen en temel, olmazsa olmaz özelliktir. Öte yandan, “cüz’î ihtiyarî” denen hür irade, yani, sorumlu olduğumuz her şeyde şahane serbestiz… Yoksa ya hayvan veya başka bir varlık olurduk!
Hür irade sahibi olduğunu, işleri ve mülkünde istediği gibi tasarruf ettiğini yaşayarak ve vicdanen bilen insan, “Allah beni yaratırken bana mı sordu?” diye sormamalı. Çünkü, tasarruf ettiği eşya ve iştigal ettiği sanatın malzemelerinin kendisine “Bana mı sordun da bende böyle tasarruf ediyorsun?” diye sormasını istemez!
Allah “Mâlikü’l-Mülk”tür, bu kâinat içindekilerle beraber bütünüyle O’nun mülküdür. O, “Fâil-i Muhtâr”dır. Yani mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Hiç kimse O’na tasarrufları hususlarında-hâşâ-hesap soramaz, sorma hakkı yoktur, haddi de değildir.
Ayrıca, “Cenâb-ı Hak beni yaratırken bana sordu mu?” diye soran, kâinatın Sahibi ve mutasarrıfı katındaki değerini idrâk edemiyor demektir. Çünkü, Hâlık-ı âlem, onu, “taş, maden, toprak, ağaç, hayvan” gibi herhangi bir mahlûk olarak değil, varlıkların en şereflisi olan “insan” olarak yaratmış. Sayısız dahili, harici nimetler, cihazlar, aletler, uzuvlar, duygular, duyular ile donatmış, yani, en mükerrem, en üstün varlık kılmış ve ona Kendi rûhundan üflemiştir.
Aslında insanların, “Hiçbir cihette Vâcibü’l-Vücuda karşı hakları yoktur ve hak dâvâ edemezler. Belki hakları daima şükür ve hamd ile, verdiği vücut mertebelerinin hakkını edâ etmektir.
“Ey insan-ı müştekî! Sen mâdum kalmadın, vücut nimetini giydin, hayatı tattın, câmid kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun, dalâlette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün ve hâkezâ...” (Mektubat, internet, s. 276) ve kıymetlerini taktir etmeyerek itiraz ediyorsun?
Aslında akıl, kalb ve vicdanını dinlese değil bu kadar özellikler, “yokluktan varlık âlemine çıkarılması bile ne büyük bir nimet, bir güzellik olduğunu şu suali kendisine sorsa idrak eder: “Küçüklüğümde, hayalimden sordum: “Sana bir milyon sene ömür ve dünya saltanatı verilmesini, fakat sonra ademe ve hiçliğe düşmesini mi istersin? Yoksa, bâki fakat âdi ve meşakkatli bir vücudu mu istersin?’ dedim. Baktım, ikincisini arzulayıp birincisinden “Ah!” çekti. “Cehennem de olsa beka isterim’ dedi.” (Asay-ı Musa, s. 37)
Yokluk karanlıklarında kalmak, yaratılmamak, şu muhteşem dünya sahnesine çıkmamak çok acı ve çok yakıcı!..