Bediüzzaman, cumhuriyet sistemini benimser.
Fakat yalnızca isimden ibaret, içi ruhuyla zıt müstebit, jakoben bir cumhuriyet değil. Onun cumhuriyet tarifi şudur:
“Cumhuriyet ki, adâlet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir. Kuvvet kanunda olmalı, yoksa istibdat tevzi olunmuş olur.” 1
İnhisar-ı kuvvet: Gücü sadece kanunlara münhasır kılmak, güç ve kuvvetin yalnızca kanunların eline verilmesi. Hukukun hakim olması, şahısların aradan çıkması, keyfiliklerin olmamasıdır.
“On üç asır evvel şeriat-ı garrâ teessüs ettiğinden, ahkâmda Avrupa’ya dilencilik etmek, din-i İslâma büyük bir cinayettir. Ve şimale müteveccihen namaz kılmak gibidir. Kuvvet kanunda olmalı. Yoksa, istibdat tevzi olunmuş olur. Hâkim ve âmir-i vicdanî olmalı. O da mârifet-i tam ve medeniyet-i âm veyahut din-i İslâm namıyla olmalı. Yoksa istibdat daima hükümferma olacaktır.” 2
Cumhuriyetin şu özelliklerini ortaya çıkardığını müşahede ediyoruz:
Hür, âdil düşüncelere ve dinlere saygılı cumhuriyet!
Önemli unsurlarından diğer ikisi; “şeffaflık, sorgulama” ve “Şûrâ”dır.
Devlet adına alınacak kararları ve devlet işlerini seçilmiş meclisler alır ve uygular, uygulatır. Bunun modeli, Medine’de teşekkül eden İslâm Cumhuriyeti’dir.
Bediüzzaman, bu hususu şöyle açıklığa kavuşturur:
“Nasıl ki, Zaman-ı Saadette (Peygamber Efendimiz (asm) zamanında) Selef-i Sâlihin zamanlarında hüküm-ferma (geçerli olan) hak, bürhan (delil) ve akıl ve meşveret olduklarından şükûk ve şübehatın hükümleri olmaz idi.” 3
Dipnotlar: 1- Hutbe-i Şâmiye, 79. 2- Divan-ı Harbi Örfî. 3- Muhakemat, 32.