Münazarat’ta meşrutiyeti istemeyenler, sürekli Üstada soruyorlar. “Eski düzen gelmeyecek mi?” O da diyor eski hâl muhal, ya yeni hâl, ya izmihlâl.. Tekrar devam: “Sultan Hamid dönemi gelmeyecek mi?” Cevap veriyor: “Şu siyah çadırınız yandırılsa, parça parça olsa yeniden çadır yapılır mı?”
Bu örneği eskiye dönüşün hiçbir zaman gerçekleşmeyeceği şeklinde okumak da mümkün. Gelen zaman ne getirdiyse, onun şartlarıyla kendimizi yeniden güncellemeliyiz. Bundan 20 sene önce olan teknolojinin çok ötesindeyiz. Bizim şartlarımız ile evlâtlarımızın şartları birbirine uymuyor. Hatta torunlar ile ara tamamen açılmış durumda. O kadar ki esprilerini bile anlayamıyoruz. Peki, o hâlde Risale-i Nurları gelecek nesillere nasıl aktaracağız?
Çocukların elinden tablet telefon düşmüyor. Haliyle ebeveynler olarak sürekli kızıyoruz. “Elinizden düşmüyor şunlar, bir bırakın artık” diye.. Hâlbuki eski hâl muhal işte. Siyah çadır yanmış, geçmişte kalmış, zihnimizde yaşıyor. Telefonun olmadığı zamanlarda değiliz. Ne biz Risaleleri öğrendiğimiz usulle yeni nesillere uygulayabiliriz, ne de eski usul, onlar üzerinde kalıcı bir tesir bırakır. Ya bizim zorumuzla yapıyormuş gibi görünürler -ki bu da onların münafıklık karakterine bürünmesine sebep olur-, ya da dine ve değerlerimize isyan ederek zıt bir yaşamı benimserler. Her iki hâl de zarardır.
Peki ne yapalım? Bırakalım 24 saat tabletin, telefonun başından kalkmasınlar mı? Elbette hayır. Öncelikle onlar ile olan bu şartların farklılığı kavramını bir kabul edelim. Kızmadan, bağırmadan, her şeyden önce inatlaşmadan ve onların ebeveyni olduğumuzu unutmadan davranalım. Onun haricinde çocuğun ilgisini çekecek alternatifler bulalım. Her çocuğun fıtratı ayrı, ilgi alanları farklı. Bunların neler olduğunu fark etmek, o konulara eğilmek öncelikle bize bakar. Bu emeği vererek çocuğunu keşfeden, onun ruh dünyasını hareketlendirmeyi başarabilen, ilgi uyandıran, kendiliğinden ebeveyne yönelmesini sağlayabilen anne baba, büyükanne ve dedeler, kazanır. Ama herkes kendi âleminde, herkesin önünde tablet telefon, başını kaldırıp çocukta telefon görünce ona kızan ebeveyn, azarlamanın işe yaramayacağını bilmeli. Zaten fark ettiyseniz, bu kızma karşı tarafta hiçbir zaman işe yaramamıştır. “Bana kızıyorlar, dur ben bunu bırakayım da kitap falan okuyayım” diyen bir çocuk ben şimdiye kadar görmedim. Görenler buyursunlar.
Saat sınırı, belli bir yaşa kadar işe yarayabilir. Evde hep birlikte birbirinden ilginç aktiviteler yapılabilir. Çocuğun sevdiği videoları, filmleri beraber izlemek, yeri gelince içerik ile ilgili uyarılar yapmak işe yarayabilir. Bu anne baba ile olan bağı güçlendirir ve onlara güven duyulmasını sağlar. Çocuğun ruh dünyasına inilebilirse, çocukla kuvvetli bağ kurulabilirse çocuk kendiliğinden onları dinleyecektir zaten. Sohbet etmek, olayları, yaşadıklarını onun ağzından dinlemek, sabırla, lütufla, ikram ederek onları kendilerine celbedebilirler.
Hulâsâ; siyah çadır yandı. Artık telefon, tablet, bilgisayar, internet var. Onlar yokmuş gibi davranmak, çocukların da onlar yokmuş gibi davranmasını beklemek, yanan siyah çadırdan yeniden çadır olabileceğini düşünmek gibidir. Hâlbuki eski olan, eskide kalan her hâl muhâl, her tasavvur bâtıldır. Ya yeni hâl ile hemhâl bir düzen kuracağız, ya da Allah korusun çöküşümüzü izleyeceğiz. Karar sizin...