Balkan ve İtalyan Harpleri sebebiyle, Osmanlı Meclis–i Mebusanı aynı sene (1912) içinde iki defa feshedildi.
Meclis’in iki defa peşpeşe kapatılmasının sebebi her ne kadar “savaş hali”ne dayandırılıyor olsa da, gerçekte bu bir bahane idi. Asıl sebep başkaydı. Asıl sebep, İttihatçıların muhalefete olan tahammülsüzlükleri idi.
Komiteci İttihatçılar, ne fikren, ne de siyaseten karşılarında bir muhalefet cephesi görmek istemiyorlardı. Gerek gazeteci, yazar ve düşünürleri, gerekse siyasî rakiplerini susturmak için tetikçi kullanmaktan çekinmiyorlardı. Bazen de padişaha baskı uygulayarak, aritmetik tablosunu beğenmedikleri Mebusan Meclisi’ni kapattırma cihetine girerlerdi.
Nitekim, on yıl süren (1908-1918) İkinci Meşrutiyet döneminde bu meşrûiyet dışı davranışları hep sergilemeye çalıştılar. Tabiî, bunda önemli ölçüde başarılı da oldular. Ne var ki, on yılın sonunda hem ülkeyi, hem de kendilerini bitirmenin eşiğine getirdiler.
Şimdi, “günün tarihi” odaklı olarak o dönemin gelişmelerine kısaca değinmeye çalışalım.
«
İkinci Meşrûtiyet (aslında hürriyet), 24 Temmuz 1908’de resmen ilân edildi. Hemen ardından parti teşkilatları kurulmaya ve seçim sisteminin işletilmesi hazırlıklarına başlandı.
Bu yeni döneminin ilk seçimleri 1908 yılı sonlarında yapıldı. Seçimlere iki parti ile bağımsız adaylar katıldı. Seçimleri önceden hazırlıklı olan İttihat-Terakki Fırkası kazandı. Ahrar Fırkası mebus çıkaramadı. Bağımsızların çoğu bilâhareke Ahrar’a katılmayı tercih etti. Meclis–i Mebusan, nihayet 4 Aralık günü açıldı.
İttihatçılar seçimi kazanmasına rağmen, aralarında doğru dürüst bir devlet adamı yoktu. Ancak, onlar zorbalık metodunu iyi kullanmasını bildikleri için, hükümetleri, hatta padişahı dahi hep tesir ve baskı altında tutmayı başardılar. Meclis-i Mebusan ile Meclis-i Ayan’dan Ahrar’a meyilli olan siyasîler 31 Mart Vakası’na (13 Nisan 1909) kadar iki defa hükümet kurdukları halde, İttihatçılar onları bir şekilde devirmeyi başardılar.
Darbecileri kurduğu Sıkıyönetim (Divan-ı Harp) Mahkemelerinde, Ahrar ile İttihad-ı Muhammedî Cemiyetinin ileri gelen mensupları idam edilirken, geri kalan yüzlerce devlet adamı da Sinop Cezaevine tüketilmek üzere gönderildi. Ahrar Fırkası da Aralık 1911’de cebrî bir mahkeme kararıyla kapatılmış oldu.
«
11 Aralık 1911’de kısmî seçimlere gidildi. Bu seçimde yarışa katılan İttihat ve Terakkî ile Hürriyet ve İtilaf Fırkası oldu. Burada hemen ifade edelim ki, bu Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın Osmanlı Ahrar Fırkası ile doğrudan bir bağlantısı yoktur. Misyonları aynı değildir. Bu farklılığa şu misal ile bir derece açıklık getirebiliriz: 12 Eylül Darbe Cuntasının tanıdığı imtiyazla 1983 seçimlerini kazanan ANAP ne kadar Ahrar-Demokrat (DP-AP) misyona sahipse, Hürriyet ve İtilaf da o kadar Ahrar Fırkası’nın devamı, yahut misyonuna sahip bir partidir.
«
Osmanlı Meclis–i Mebusanı, İttihatçıların baskısı altında kalan Sultan Reşad'ın fermanıyla 18 Ocak 1912'de feshedilerek kapatıldı. Aynı anda, yeni seçimlerin 3 ay sonra yapılmasına karar verildi. Ne var ki, 18 Nisan 1912'de toplanan yeni Meclis, 5 Ağustos günü yine feshedildi. Hemen ardından tekrar sıkıyönetim ilân edildi.
Bu arada, İtalyan gerginliği ve Balkan Harbi gerekçe gösterilerek yeni bir seçim yapılması cihetine de gidilmedi. Bu sebeple, siyasî gerilim hemen hiç eksik olmadı.
1913'e gelindiğinde, bu kez İttihatçılar ile Sultan Abdülhamid taraftarı olarak bilinen Halaskaran Zabitân karşı karşıya geldi. 23 Ocak 1913’te yapılan Bâb-ı Âli Baskını ile bu gaileden de kurtulan İttihatçıların içinde hem çok iyi niyetli (Enver ve Niyazi Beyler gibi) şahsiyetler vardı, hem de çoğu bozulmuş, komitecilik ile iş gören herifler yer alıyordu. Nitekim, aynı sene içinde kendi adamları olan Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’yı da katlederek bozgunculuğa devam ettiler.
1914'te yapılan genel seçimlere de yine aynı gergin atmosfer içinde gidildi. Seçmenler, sadece İttihatçı olanları seçip Meclis'e gönderebildi. Hürriyet ve İtilaf Fırkası ise derme-çatma bir partiden ibaret kaldı. Tâ ki, 1918’de İstanbul ecnebiler tarafından işgal edilene kadar bu parti iktidar olma şansını bir türlü yakalayamadı. Sırtını İngilizlere dayayan Damat Ferit Paşa, üzerine yapışan “yaranmacı namert” bir damga ile tarihin çöplüğüne atılmış oldu.